Genel Bilgiler

Katagori : Genel Bilgiler

Yedigöller Milli Parkı ve Gölcük Gezisi

Yedigöller Milli parkı ve Gölcük Tabiat Parkı Gezisi notları ile bu bölgede bilinmesi gereken herşey.

YEDİGÖLLER ZAMANI

Onlarca farklı tür ağacın bulunduğu bir milli park olarak Yedigöller özellikle sonbaharda rengarenk olan doğasıyla görenleri büyülüyor, bu büyünün peşine takılan binlerce ziyaretçi güzel bir haftasonu geçirmek için yollara düşüyor.

Yedigöller her mevsim güzel olsa da özellikle Ekim ayının 3. haftası ile Kasım ayının 2. haftası arasında en popüler zamanlarını yaşıyor. İstanbul’a 300, Ankara’ya 200 km mesafede olmasına rağmen bu iki şehir başta olmak üzere bütün çevre illerden gezginler özellikle Cumartesi sabah ve Pazar sabah saatlerinde girişte araç kuyruklarının oluşmasına neden oluyor.

İstanbul Doğa ile yaptığımız gezilerde ise trafiğe takılmamak, kalabalık içinde olmadan daha sakin iken gölleri gezebilmek, milli parkı dosyasıya yaşayabilmek için Cumayı Cumartesiye bağlayan gece yola çıkıyoruz. 20 Ekim 2018 gecesi de öyle yaptık, iki otobüs tam 40 kişi yollara düştük. 00:00 da İncirli de başlayan yolculuğumuz, uzun bir dinlenme molasını da içerecek şekilde sabah 7’ye kadar devam etti. Henüz hava bile aydınlanmamıştı milli parka vardığımızda.

Bu arada belirtmek gerekir ki Bolu şehir merkezine 40 km mesafede olan milli parkın yolları sürekli virajlı ve güzel değil, hatta bu yüzden büyük otobüslerin girişi mümkün değil ve yasaklı. Yine kış mevsiminde Bolu girişi kapatıldığı için Mengen üzerinden gelmek gerekmekte.

Burada belirtmek gerekir ki, göller tamamen doğal ve heyela set gölü, yani aslında akan bir derenin önünün heyelanlarla kapanması neticesinde oluşmuş küçük göllerden ibaret. Milli park içerisinde bir restaurant, iki wc, 80’e yakın bungalow ev bulunmakta. ayrıca kamp alanları da konaklama için bir başka alternatif. Milli park için giriş ücreti var, yine kamp konaklaması da ayrıca ücretli, bu ücret 2018 yılı için çadır başına 20,00 TL. kamp alanları olsa da ateş yakmak, semaver yakmak yasak ancak akşam saatlerinde bu yasağı dinlemeyenlerin çoğunlukta olduğunu göreceksiniz.

Yedigöllerin görsel şölenine uygun olarak isimlerine dair aşk hikayeleri de anlatılıyor, yasak aşkları nedeniyle memleketlerinden sürülen 7 aşık çift yaşarmış. En büyük çift Büyükgöl , en küçük olanı Küçükgöl , saz çalan çift Sazlıgöl, en çok nazlanan gelin  Nazlıgöl, yüzme bilmeyen çiftin boğulduğu Deringölü seçmiş buaralarda yaşamış. Şimdi bu gölleri bizim gezdiğimiz sırayla yeniden gezelim.

1- Büyük Göl

Biz ilk olarak Büyük Göl yakınındaki piknik/kamp alanına gittik. Güzel ve topluca yapılan bir kahvaltının ardından turumuza başladık. Büyük Göl adı üzerinde yedigöllerin en büyük gölü. Öyle büyük denildiğine bakmayın tüm çevresi 1 km civarında, yani hızlı bir tur ile 10 dk civarında, ama iskelelerde fotoğraf çekilmesi, her bir açıdan gölde görebileceğiniz muhteşem yansımaları düşündüğünüzde 1 saate yakın zamanı bu göl çevresinde geçirebilirsiniz. Göl 24.000 m² civarında bir alana sahip ve en derin yerinde bile 15 metrelik bir derinliğe sahip.

2- Serin Göl

Yedigöllerde göller biribirlerine ya yüzeyden ya da dip akıntısı yoluyla bağlı, işte Büyük Gölün hemen yanında yüzeyden ayakn bağlantıyla küçük bir göl mevcut, bu göl ise Serin Göl adıyla anılıyor, küçük diyorum ya gerçekten bütün çevresi 100 m. civarında bir uzunluğa sahip. Hemen bu gölü de yürüyüp tekrar Büyük Göl çevresini yürümeye devam etmek mümkün. Seringöl 1700 m² büyüklüğe sahip.

3. Derin Göl

Büyük Göl çevresini bitirdikten sonra hemen 20 metre yakınında (hatta yine yüzey akıntısıyla bağlı olan) Derin Göl’ü göreceksiniz. Bu gölün de derin denildiğine bakmayın en derin yerinde 10 metre derinliğe ancak sahip ve büyüklüğü de 15.000 m². Bir yamaçta yürüdükten sonra birkaç tahta köprü geçeceksiniz gölün tamamını bitirmeden, göl yürüyüşlerine ara verip biraz yokuş tırmanıp (çoğu yerde merdiven var) Porsuk Ağacı ve Gülen Kayalar’ı görebilirsiniz. Bu kayalara neden böyle denildiğini bilmesem de güzel göründükleri ve arkasından dolaşıldığında biraz macera içerdiği gerçek. Ardından ise Pisagor Ağacını görmeye gelecek sıra. Bir ağacı diğerinin üzerine devrilip kaynaşarak dik üçgen görümünü almasıyla oluşmuş bu ilginç ve güzel görünümlü ağaca Pisagor adı verilmiş. (Pisagor Teoremi: Bir dik açılı üçgende dik kenarların her birinin uzunluklarının karelerinin toplamları, dik açılı köşe karşısındaki kenarın (hipotenüs) uzunluğunun karesine eşittir. Bu teoremin formülle ifadesi şöyledir: a² + b² = c²)

4. Nazlı Göl

Derin Göl ve Gülen Kayalar’dan sonra yukarıya doğru çıkarken güzel bir şelale göreceğiz, bu şelale Nazlı Göl Şelalesi veya Göl Şelalesi gibi isimlere sahip. Şelale gölden dip sızıntısı ile akan sulardan oluşuyor ancak Yedigöller’in en güzel manzaralarından birini verdiğini de söylemek mümkün. ardından yine yaklaşık büyüklüğü 15.000 m² olan Nazlı Göl’ü göreceksiniz. Nazlı Göl milli parkın güney girişinde, yani Bolu yönünden gelen ziyaretçilerin fazlalığı ve artık saatin de ilerlediğini düşünürsek, şimdiye kadar olan yalnızlığı arayacaksınız.

5. İnce Göl

Milli park girişinin hemen sol tarafında ise İnce Göl bulunmakta, yaklaşık 6.000 m² büyüklüğündeki bu göl adı gibi uzun ince ancak uzun derken yüzlerce metre hayal etmemek gerekli, üstü sürekli yaprak ve yosun ile kaplı bu gölün.

6. Sazlı Göl

İnce Gölü bitirdinizde karşınıza üzerine yine yosun ve yapraklarla kaplanmış bir göl çıkacak bu gölün iç kısımlarında sazlar da bulunmakta, adını da buradan aldığını düşündürmekte ancak bu gölün hazırladığı güzel bir sürpriz var, görsel olarak pek bir güzellik sunmadığından ziyaretçiler gölün çevresini yürümemişler ve arka tarafları biraz yağmur ormanlarını andıran ve ıssız görüntülere sahip, bizim gibi doğa yürüyüşlerini seviyorsanız günün en güzel anlarını da yaşayabilirsiniz, ancak yine de kimse duymasın…

7. Küçük Göl

Nam- diğer Kuru Göl. evet aslında Yedigöllerde artık 7 göl yok, bu göl kurumuş durumda, yanından geçip giderken farkına dahi varmayabilirsiniz, bütün göllerin suyu azalmış, çekilmiş görmek çok üzücü olsa da bir gölün artık olmadığını görmek doğaya ve geleceğe dair kaygılarımızın artmasına yol açıyor. Umarım bu kötüye gidişi tersine çevirebiliriz.

(Buraya kadar izlediğimiz rotaya WİKİLOC üzerinden de ulaşmanız mümkün.)

Biz de madem 6 göl gördük, hadi bir göl daha ekleyelim gezimize deyip, en yakın göl olan Gölcük‘e doğru yola devam ettik. Yol üzerinde Kapankaya Seyir Terasına çıkarak kalabalığın elverdiği ölçüde doğanın tadına vardık, bu teras yaklaşık 1330 metrede yer alıyor ve 360 derece çevreyi görme imkanı sağlıyor, tabi bu yüksekliğe çıkabilmek için yol kenarında durduktan sonra yaklaşık 100 basamak merdiven çıkmak gerekiyor ama kesinlikle değer.

Gölcük

Bolu şehir merkezine 15 km mesafede olduğundan ve ayrıca yollarının daha güzel olduğu düşünüldüğünde daha kalabalık bir tabiat parkı, buradaki tabiat parkında restaurant, kafeterya, piknik ve mangal alanları bulunduğu da dikkate alındığında aslında haftasonu değil, hafta için gitmek daha keyifli olacaktır, ayrıca göl manzarasını mükemmel hale getiren devlet konuk evi de kapalı bir şekilde ancak bakımlı olarak göl kenarını süslemektedir.

Gölcük bir yapay gölettir, yani önüne set çekilen bir dere ile suni olarak oluşturulmuş, zamanla büyütülmüştür. Bütün çevresini 1,5 km civarındadır ve çevresinde bir yürüyüş yolu bulunmaktadır. Gölde bir tür olarak abant alası adı verilen balık yetiştirilmeye çalışılmaktadır, bu nedenle gölde balık tutma izne bağlıdır. Gölde hakim bitki türü göknardır.

Tabiat Parkı içerisinde herhangi bir konaklama tesisi bulunmuyor ancak izin almak şartıyla kamp yapma imkanı var ayrıca yakın bölgede çeşitli oteller de bulunmakta.

Biz de burada verdiğimiz 1,5 saatlik molayı kafeteryasında ateş başında çaylarımızı yudumlayarak bitirdik ve ardından yeniden İstanbul’a doğru yola çıktık.

İSTANBUL DOĞA ile yaptığımız bu günübirlik turu keyifli bir şekilde tamamladık, evimizden ayrılmamızın ardından tekrar eve dönmemiz yaklaşık 24 saat sürse de, bütün yorgunluğa değdiğine inanıyorum…

Kaynak :

AzÇok.Net

Tags, , , , , , , , , ,

Çadır Seçimi Nasıl Yapılır?

İster arkadaşlarınızla ister tek başına olsun kampa gitmek gerçekten de çok eğlenceli bir etkinlik olabilir. Olabilir diyoruz çünkü kamp deneyiminizin daha keyifli hale gelmesi için kaliteli bir çadır en temel gerekliliktir. Bu sebeple en iyi çadırı seçmek adına önce çadır tipini seçin, sonra özel ihtiyaçlarınıza en uygun boyut ve şekle karar verin. Seçiminizi yaparken çadırın istediğiniz özelliklere sahip olduğundan ve kaliteli malzemeden üretildiğinden emin olun.

1. Çadır Türünü Seçme

1. Çok amaçlı kullanım için 3 mevsimlik bir kamp çadırı seçin.

Kararsızsanız 3 mevsim çadır en iyi seçimdir. Hem en temel ihtiyaçları karşılar hem de ilkbahar, yaz ve sonbaharda kullanılabilir. 3 mevsim çadırlar nispeten hafiftirler, yaz aylarında iyi bir havalandırma sağlar ve mevsim normallerinde yağan yağmura karşı başarılı bir şekilde koruma sunarlar.

2. Kalabalıksanız bir aile çadırı alın.

Aile çadırları biraz daha ağır olsalar da yüksek tavanları ve çoklu odaları sayesinde ekstra alan ve konfor sağlar. Eğer kamp yapmaya araçla gidiyorsanız bu tür bir aile çadırı harika bir seçimdir. Bunun yanında sürekli olarak birçok kişiyle kamp yapmak için de iyi bir seçenektir.

3. Kışın kamp yapacaksanız 4 veya 5 mevsim bir çadır satın alın.

4 mevsim çadır olarak adlandırılmalarına rağmen esasen soğuk kış havalarına özel olarak üretilirler. Bu yüzden aşırı rüzgar, yağmur ve karla baş edebilecek sağlam malzemelerden yapılırlar. Daha aşırı ve çetin kış şartlarına uygun olan modelleri ise 5 mevsim çadır olarak nitelendirilirler. Bu tip çadırlarda gerek duyarsanız gönül rahatlığıyla havalandırmayı kapatabilirsiniz. Soğuk ve karlı yerlerde kamp yapacaksanız en iyi seçim olabilirler.

4. Motosiklet, Bisiklet ya da Otostop için tek kişilik çadır edinin.

Tek kişiyi barındıracak şekilde yapılandırılmış olmalarının yanında bu tip çadırlar genellikle hafiftir ve taşınabilir boyutlara sahiptirler. Özellikle uzun yürüyüşler, motosiklet ya da bisiklet turu veya otostopla seyahat edecekseniz maksimum 2 kg ağırlığında tek kişilik bir çadır tercih edin.

2. Çadır Boyutlarına ve Şekline Karar Verme

1. Kişi başına 2,5 metrekare alan olmasına dikkat edin.

Hangi eşyalarınızı çadır içinde muhafaza edeceğinizi, kaç kişiyle kalacağınızı ve ne kadar süre kamp yapacağınızı düşünün. Seçeceğiniz çadırın, çadırda kalacak her bir kişi için en az 2,5 en fazla 3 metrekare alan sağlaması tavsiye edilir. Teknik olarak 1,5 metrekare alan bir kişi için uyumaya yeterli olacaktır, ancak 2,5-3 metrekare alan kıyafet değiştirmenize, eşyaları depolamanıza ve hatta yemek yemenize olanak sunacaktır.

2. Çok büyük çadır seçmeyin.

3 m x 3 m boyutlardan daha büyük olan çadırlar ağır ve taşımaya uygun olmayabilirler. Bu tür çadırları kurmak için yeterli ve uygun alan bulmak da zor olabilir. Eğer 5 mevsimlik değilse büyük çadırlar oldukça dengesizdirler, ilave ipler olmaksızın rüzgarlı havalarda zorluk yaşatabilirler.

3. Para tasarrufu için kubbe tipi çadır alın.

Kubbe tipi çadır modelleri en yaygın olarak üretilen çadır şeklidir. Daha ucuz ve daha hafif oldukları için en çok tercih edilen çadır modelleri bu şekildedir. Çadırın tepesinden çaprazlama geçen esnek çubuklar sayesinde ayakta dururlar ve bu yapılarından ötürü oldukça geniş bir tavan boşluğuna sahiptirler.

4. Dayanıklılık için jeodezik bir çadır satın alın.

Jeodezik çadırlar şekil itibariyle kubbe tipi çadırlara benzerler, ancak çaprazlamasına birbirleri üzerinden geçen çadır çubuklarının üçgenler oluşturması bakımından farklıdırlar. Kışın ya da aşırı zorlu hava şartlarından kamp yapacaksanız sizin için en iyi seçim 5 mevsimlik bir jeodezik çadır olacaktır.

3. Çadırlarda Olması Gereken En İyi Özellikler

1. Kolayca kurulabilen bir çadır seçin.

Uzun ve yorucu bir günün, saatler süren bir yürüyüşün, seyahatin ya da tırmanışın ardından karşılaşmak isteyeceğiniz en son şey çadırınızı kurmak için çok fazla zaman harcamaktır. Özellikle hava kararmaya yakın ya da yağmur yağmaya başladığında hızlı bir şekilde kurulan bir çadırınız varsa minnettar olursunuz. 2 çubuklu kubbe tipi çadırlar kolayca kurulabildikleri için tavsiye edilirler. Ayrıca İngilizce’de “pop-up”, “instant”, “easy up”, “quick-opening” olarak da adlandırılan otomatik çadırlar da hızlıca kurulurlar, ancak bu çadırların taşınabilir ve dayanıklı olmadığını unutmayınız.

2. Taşınabilirlik ve hafifliğe öncelik verin.

Özellikle motosiklet ya da bisiklet sürerek kampa gitmek istiyorsanız ve hatta uzun bir yürüyüş ya da tırmanış yaptıktan sonra kamp kuracaksanız mümkün olduğunca hafif ve düşük hacimli çadırlar tercih edin. Fakat çadır veya her hangi bir doğa sporları malzemesi alıyorsanız unutmayın, ne kadar hafif o kadar pahalı demektir.

3. Bagajlı çadırla depolamayı üst düzeye çıkartın.

Bir çok kıyafet, eşya ve kamp malzemeniz varsa en az bir girişinde bagaj (ön oda) olan bir çadır seçerek depolama alanınızı genişletebilirsiniz. Bagaj kısımları çadırın ön ya da arka tarafında veya bazen ortasında yer alabilir. Bu alanlarda ayrıca yemek yapabilir, bisikletleriniz için garaj olarak da kullanabilirsiniz.

4. Tek ya da çift katmanın avantajlarını kıyaslayın.

Çadırlar tek ya da çift katmanlı olabilir. Her iki türün de iyi ve çok iyi olmayan yönleri mevcuttur. Bu yüzden hangisinin sizin için daha avantajlı olduğunu değerlendirin: Tek katmanlı çadırlar daha hafiftir ve bir miktar daha hızlı kurulurlar ancak buna karşın daha az koruma sağlarlar; çift katmanlı çadırlar ise daha fazla koruma sunarlar fakat biraz daha ağırdırlar.

5. Pencere veya gözlerle havalandırma sağlayın.

Bilhassa yaz aylarında çok fazla terleme ve boğucu bir hava eşliğinde tek odalı bir çadırda tıkalı kalmak hiç de keyifli değildir. İyi bir havalandırma sağlamak ve boğucu havayı önlemek için tavanında, kapılarında ya da duvarlarında havalandırma pencereleri ya da gözleri olan bir çadır satın almayı tercih edin.

4. Kaliteli Malzemeden Ödün Vermeyin

1. Su geçirmezlik sağlayan bir çadır satın alın

İster sadece sıcak yaz aylarında kamp yapıyor olun ister yılın her ayında kampa gidin, hava koşullarına karşı yeterli ve doğru şekilde koruma sağlayan bir çadıra ihtiyacınız olacaktır. Gerek duyulan koruma türü kampa gittiğiniz coğrafya ve iklime göre değişiklik arz edebilir, fakat üstün bir yağmur koruması alacağınız çadırda olmazsa olmaz özelliklerin başında gelir. Kumaşı, dikişleri ve tabanı su geçirmez olan bir çadır aldığınızdan emin olun.

2. Çadırınızın kumaşı yırtılmaya karşı dayanıklı olsun.

Çadırlar genellikle naylon ya da polyester kumaştan imal edilirler. Bunların her biri çadır için iyi tercihlerdir, fakat yine de yırtılmalara karşı yüksek derecede koruma sağlayan rip-stop kumaşlı bir çadır almak ilk tercihiniz olsun. Bu tip kumaşlar sağlam, hafif ve suya dayanıklı olduklarından her yönüyle daha iyi kumaş seçeneklerinden biridir.

3. Alüminyum çadır çubuklu bir çadır seçin.

Çadır çubukları karbon kompozit ya da fiberglas dahil bir çok farklı malzemeden yapılabilir. Alüminyum çubuklar ise en güçlü ve en dayanıklı seçenektir. Bu sebeple alüminyum çadır çubukları olan bir çadır seçimi en sağlamı olacaktır. Dezavantajlarının ise biraz ağır olmaları olduğunu unutmayın.

4. Dayanıklı fermuarlara sahip bir çadır alın.

Çadırınızı almadan önce kapı veya varsa pencerelerindeki fermuarlara iyice göz atın. Eğer pantolon fermuarlarına tıpatıp benziyorlarsa muhtemelen kısa sürede kırılacaklardır. Dayanıklı fermuarlar çok önemlidir, çünkü çadırınızın dikişleri ile birlikte maksimum korumanın bir parçası da fermuarlardır. Aklınızda bulunsun; çift fermuar kalitenin en bariz göstergesidir.

Video: Çadır Alacaklara Altın Tavsiyeler

Öneriler ve Uyarılar

  1. Geceleri çadırın içini aydınlatmak için iç oda tepesinde fener ya da lamba asabilecek bir çadır seçmek yararlı olacaktır.
  2. 5 ya da 4 mevsim çadır alacaksanız dikişlerinin su geçirmez bantlı olmasına dikkat edin.
  3. Yılda bir kez bantlı dikişleri su geçirmezlik spreyi ile güçlendirin.
  4. Eğer ilk çadır kampınıza gidecekseniz gitmeden önce çadırınızı kurmayı deneyin. Böylece çadırı nasıl kuracağınızı ve eksik parça olup olmadığını öğrenmiş olursunuz.
  5. Açık havada çadırı kurmadan önce zemini iyice temizleyin. Her hangi bir keskin kaya, taş, sopa cam veya çöp olmadığından emin olun.
  6. Sinekleri, örümcekleri ve diğer böcekleri dışarıda tutmak için çadır kapınızı her zaman kapalı tutun.
  7. Çok sıcak aylarda uydandıktan sonra çadırınızı toplayın ve dış tentesini gölgede saklayın. Akşam yatarken tekrar kurun. Eğer çift tenteli bir çadırınız varsa sadece dış tentesini toplamanız yeterli olacaktır.
  8. Karlı havada kamp yapacaksanız kar etekli bir çadır almayı tercih edin.
  9. Çadırın içinde asla ateş yakmayın. Çadır kumaşları aşırı yanıcıdır ve bu bir yangın tehlikesidir.

 

Makale için Kamperest ekibine teşekkür ederiz.

Kaynak :

https://www.kamperest.com/cadir-secimi-nasil-yapilir/

 

Tags,

Doğa Hakları Evrensel Beyannamesi

Bolivya Devleti’nin yarattığı Doğa Ana Hakları Evrensel Beyannamesi, Zeynep Arhon’un Dünya gazetesinde yayımlanan ‘Bolivya’nın “Çılgın Planı”‘baylıklı yazısına konu oldu. Arhon’un 25 temmuz’da yayımlanan yazısı şöyle:

“Geleneksel hukuk sistemi bugün sahip olduğumuz sistemden farklıydı: Sadece insan dava açabilir, başka bir insanı mahkemeye verebilirdi.

Şirketlerin güçlenmesi ile bu dar kapsam yetersiz kaldı. Çünkü kurumsal yapıların kanunlara tabi olmadığı bir düzende ortaklar şirketin borcundan sorumlu değildi. Sonuçta şirket battığında ortada hiç kimsenin “problemi olmayan” bir borç kalmakta idi. Amerikan hukuku problemi 1844 yılında çözdü. Birleşik Devletler Yüksek Mahkemesi şirkete ülkenin vatandaşının sahip olduğu hakları verdi. Böylece şirket “insanileşti”. Bugün bir şirket evlenemez, evlat edinemez, devlet kademelerinde görev yapamaz.

Ama arazi ve mülk sahibi olabilir, su ve mineral kaynaklarını uzun süre için kiralayabilir, insana hatta yerel topluluklara karşı dava açabilir. Günümüzde insan hakları liderlerinin bazıları ile birlikte çevreciler, özellikle de ABD Yeşil Partisi, kurumsal dünyaya tanınan hakların fazlalığından şikayetçi.

Konunun bir tarafında kurumsal dünyaya (yaşamayan bir sisteme) verilen haklar varsa diğer tarafında doğadan (yaşayan canlı bir sistemden) alınan haklar var. Yenilen, giyilen, yakılan, kısaca yaşamın devamı için üretilen herşey doğadan geliyor. Doğal kaynakları yeryüzünden çıkaran, bunları işleyen, ürüne ya da enerjiye çeviren şirketler ve dağıtan kanallar kar ediyor. Kaynakların gerçek sahibi olan doğa bu döngüde hiçbir fayda elde etmiyor. Hatta zarara giriyor. Çünkü bugün kullanılan üretim sistemlerinin çoğu döngüsel olmaktan çok uzak ve sınırlı doğal kaynakları sanki hiç sonu gelmeyecekmiş gibi “tüketmek” üzerine kurulu. Tüketmek tam da doğru kelime. Yukarıdaki düşüncelerle yola çıkan Bolivya Devleti gelişmiş ülkelerde dahi çevrecilere şapka çıkartan bir beyanname yarattı: Doğa Ana Hakları Beyannamesi. Adından anlaşılacağı gibi beyanname insanların Endüstri Devrimi ile hiçe saydığı bir dizi hakkı doğaya geri veriyor. İnsan sağlığı ile çevre sağlığının bir bütün olduğunu tanıyor:

“Bugün Doğa anamız yaralı ve insanlığın geleceği tehlikede. Doğa anayı bölünemez, birbirimize bağımlı, birbirimizi tamamlayıcı ve ruhsal bir ilişkiye sahip olduğumuz canlı bir varlık olarak tanımlıyoruz. İnsanların sadece bileşeni oldukları bir sistem içerisinde sadece insanlara hak tanımak kaçınılmaz olarak dengesizliğe yol açıyor. Biz doğa ile yeniden uyumu sağlamak üzere Doğa Ana Hakları Evrensel Beyannamesini öneriyoruz.”

Doğa Ana Hakları Beyannamesi 2009 yılında gerçekleşen, Bolivya hukuki sisteminin baştan yaratılması olarak tanımlanabilecek radikal değişimin uzantısı olarak kaleme alındı. Başbakan Evo Morales’in bir sonraki hedefi dünyanın ilk “Gezegen Bakanlığı”nı kurmak!

Bolivya’nın dünyanın en büyük 10 ekonomisi içine girmek gibi bir hedefi olmasa da dünya üzerindeki tüm ulus devletler gibi ekonomisini büyütmeyi, ülkedeki refahı arttırmayı, işsizlik ve fakirlik gibi temel problemleri çözmeyi amaçlıyor. Ülkedeki döviz girdisinin üçte biri (500 milyon USD) madencilik şirketlerinden geliyor ve madencilik halkın yaşam kalitesini belirgin olarak düşürüyor. Beyanname ilk olarak madenciliği etkileyecek.

Önümüzdeki yıllarda tüm sektörler üretim faaliyetlerini gözden geçirmek, karbon salınımlarını hesaplamak ve azaltmak zorunda kalacak. Çünkü Bolivya devleti doğaya verdiği değeri net bir şekilde ortaya kondu ve doğaya verilen zararın er ya da geç can yakacağı artık kesin. Doğa Ana Hakları Evrensel Beyannamesi bundan 5 yıl önce Stern Raporu’nun tüm açıklığı ile ortaya koyduğu gerçeği, gelişime son derece ihtiyaç duyan bir üçüncü dünya ülkesinin sindirdiğini gösteriyor: Çevreye zarar vererek kalkınmak mümkün değildir.

And Dağları’na kurulu küçük bir ülke geleceği şekillendirmede dev bir adım attı. Amerikan Hukuku’nun yaklaşık iki asır önce attığı adım belki de Bolivya hukuku sayesinde dengelenecek.”

 

Kaz Dağları

Bu sayfamızda Kazdağlarına yaptığımız kendi gezimizi yazmakla birlikte, Kazdağları Milli Parkı, Sarıkız Efsanesi, Hasan Boğuldu Şelalesi ve Göletinin dramatik hikayesi, Tahtakuşlar, Adatepe, Zeus Altarı, Assos, Kadırga Koyu hakkında genel bilgilere de yazımız arasında bolca yer vermeye çalıştım.

İstanbul’dan 24 kişiyle birlikte İstanbul Doğa organizasyonunda hafta sonu kaçamağı yaptık, 13 Temmuz 2018 Cuma günü gece yarısı yola çıktık. İki günlük yoğun programımız bulunuyordu o yüzden gece yolculuğunu uzatarak otobüste uyumayı seçtik.

İlk olarak Susurluk’ta tost-ayran molası verdik. Susurluk tostu ve ayranını güzel yapan yerler asında otoyol üzerindeki yerler değil, birkaç ara sokağa girmek sizi, ayranı ve tostu çok güzel yapan yerlere çıkarabilir ancak geceyarısı, hatta sabaha karşı burada oluyorsanız elinizde pek alternatif bulunmuyor, biz de çaresiz Yasa’da durduk ve tost-ayran ikilisinden sonra yolumuza devam ettik.Daha makul saatlerde Susurluk’taysanız Düzdağ Tostu önerebilirim, burası Yasa’nın hemen arka sokağında.

Yine yola dair bir öneri vermek gerekirse, durmayı planladığım ancak durmadığımız bir yer olarak İvrindi ayrımını geçtikten hemen sonra Saklı Göl (hiç de saklı değil, yoldaki onlarca tabelası olmasa bile dikkatli gözler görür), burada da güneşin doğuşu izlenebilir, çünkü durduğunuz yerden baktığınızda gölün hemen arkasındaki tepeden doğuyor. Biz burada uyuyan arkadaşlarımızın sayısının çok olması nedeniyle durmadan devam ettik.

Kazdağlarına Varış ve Otele Yerleşme

Sabah saat 07:30 da Çamlıbel Köyü’nde bulunan Albatross Dağ Evleri Butik Otelimize vardır. Otelin kendi sitesindeki söylem hakkını verircesine cennetten bir köşeydi adeta. (+90 266 3873834) Otele varır varmaz, 9 arkadaşımız bungalovlarına yerleşirken ben dahil 16 arkadaşımız ise taraça şeklinde düzenlenmiş bahçede zeytin ağaçlarının arasına çadırlarımızı kurduk. Neredeyse hepsi özel olarak otelin bahçesinde yetiştirilen doğal ürünlerden ve aşçının özel olarak hazırladığı hamur işlerinden oluşan kahvaltımızı yaptıktan sonra saat daha 10:00 olmadan güne başladık.

Gün içinde Kazdağlarında olacağımız ve öğle yemeği yiyecek bir yerimizin olmaması nedeniyle otelden tekrar anayola indiğimizde Migros’tan atıştırmalık alışverişimizi yaptık ancak burada 25 kişinin birden markete girmesi üzerine tabi kasada uzun zaman kaybettik.

Kaz Dağları Milli Parkı

Kazdağları’nın eski adı İda Dağı, kelime anlamı olarak kesin bir anlamı bilinmemekteymiş, ancak ağaç, orman anlamlarına geldiği sanılıyor.

Biz Kazdağları Milli Parkına Zeytinli girişinden girmek üzere, alan klavuzu İsmail İrgörücü (0 532 491 67 33) ile 11:00 da buluştuk. Kazdağları Milli Parkına girmek istiyorsanız alan klavuzu alma zorunluluğu bulunuyor (son bir yıldır bireysel girişte aranmıyor olması büyük bir hata). Milli parka araç giriş ve alan klavuzu 2018 yılı ücretleri için yandaki gibidir.

Kazdağları aynı zamanda 4 farklı mevsimin yaşandığı, çok farklı iklimlerin bir arada bulunduğu bir dağ sırası, denizden itibaren hemen yükseldiği dikkate alındığında, kuş uçuşu 11-12 km içinde 1700 rakıma ulaşıyorsunuz, yani sahilde denize girerken hemen 10 km kuzeyde (diğer etkiler de dikkate alındığında) sıcaklığın 12-15 derece daha düşük olduğunu düşünürseniz üşüyen ve kazak, hırka giyen insanların olması muhtemel.

Ayı, kurt, çakal başta olmak üzere türlü canlıya ev sahipliği yapan dağdaki vahşi yaşam 1993 yılına kadar hızlı bir şekilde yok edilmiş, 1993 yılında ise Milli Park statüsü verilmiş. Milli Park dağın yarısını oluştursa da, bu tarihten sonra vahşi yaşamın tekrar hareketlendiği gözlemlenmiş.

Kazdağları Milli Parkı 21.450 hektar, yani yaklaşık 30 bin futbol sahası büyüklüğünde, Maltepe dolgu alanının ise yaklaşık 180 katı. Büyük bir alan görünse de içinde onlarca farklı hayvan türünün, 120 farklı kuş türünün, 800’den fazla bitki türünün yaşadığını düşündüğümüzde çok da büyük olmadığı ortaya çıkıyor. (Bitki türlerinin 32’si sadece ve sadece Kazdağlarında bulunuyor yani endemik tür). Yani Milli Park milyonlarca canlıya ev sahipliği yapıyor.
Mitoloji ve Efsaneler

Paris’in Seçimi

Kazdağları tarihin ilk güzellik yarışmasının yapıldığı yer olarak anılıyor, efsaneye göre, Peleus ile Tetis’in düğün törenlerine Nifak tanrısı Eris altın bir elma gönderir. “En güzele” yazmaktadır elmanın üstünde.

Zeus bu elmayı çoban Paris’e gönderir. Bu kararı ölümlü birisi versin der, çünkü bu kararı Zeus verir ise, tanrıların verdiği karar da ölümsüzleşecektir. Adı geçen üç güzel, Afrodit, Athena ve Zeus’un kendi karısı Hera’dır.

Altın elmaya sahip olmak için Hera “Bu elmayı bana verirsen seni Asya kralı yaparım.”  Athena “Bu elmayı bana verirsen sana sonsuz akıl bilgi ve kehanet gücü bahşederim.” Afrodit ise “Bu elmayı bana verirsen; sana Spartalı Helen’nin aşkını bağışlarım.” der. Helen güzelliği tüm dünyada dillerde dolaşan bir kadındır.

Sonuçta Ispartalı Helen’in aşkını tercih eden Çoban Paris elmayı Afrodit’e verir ve Afrodit; Aşk ve Güzellik Tanrıçası sıfatını kazanır. Daha sonra Ispartalı Helen’i geri getirmek isteyen Akalar, Troia (Truva) ya saldırır ve Truva Savaşları başlar.

Hikayeye ulaşmak için tıklayınız.

Zirve Yolculuğu

Zeytinli sonrası başlayan zirve yolculuğumuzun yaklaşık 30 km ve 1-1,5 saat süreceğini hesapladık, zira aracın büyük olması, yolların (iyi ki) bozuk olması yolculuğun uzun sürmesine sebep oluyor. Zirveye çıkacaklara ilk tavsiyem arada mola verip orman havasını soluması ve yükseklikten kaynaklanabilecek başağrısı, baş dönmesi gibi durumların önüne geçmesi. unun için ilk olarak önerebileceğim yer yayla mevkii, burası 800 metre rakımda, biraz orman havası soluyup, Park sınırları içinde tek kamp kurulabilecek alan olan yeri yürüyebilirsiniz, kısa bir yürüyüş bile güzel olacaktır, konum için tıklayınız.

Bu bölgede su kaynağı kurumak üzereydi, açık alan olması, manzarasının olmaması, tehdide açık olması nedenleriyle bence kamp için güzel bir yer değil, ayrıca belirtmek gerekir ki kamp yapmak ayrıca ücretlendiriliyor.

Tekrar aracımıza binerek durmaksızın Sarıkız’a çıktık, zirvede hala Türkmenlerin kurduğu ve kullandığı ocaklar duruyor hatta her yıl Ağustos ayında burada çadırlar kurulup, etkinlikler de yapılıyor. Türkmenler yani Tahtacılarla ilgili bilgileri 2. gün gezimiz olan Tahtakuşlar Köyü bölümünde anlatacağım.

Sarıkız mevkiine Sarıkız Avlusuna vardıktan sonra arabalarımızdan iniyoruz, hava artık soğuk ve arkadaşlarımız aşağıya göre giyinmiş olduklarından üşüyerek alan klavuzumuz İsmail Bey’i dinledik, İsmail Bey bize Sarıkız Efsanesi anlattı ve bundan sonrasına arabalar gidebilse de biz yaklaşı 2 km yürümeyi tercih ettik. Rüzgar soğuk ve hızlı olduğu için tepeye giden yolda yüzümüzün bir tarafını buz kesti adeta ve yol boyu kulağımızda bir uğultu bıraktı. Buraya çıkacaklar için Temmuz Ağustos ayları için bile mutlaka yanına hırka almasını tavsiye ediyorum.

Sarıkız Zirve 1726 metre yükseklikte, arabadan indikten sonra izlediğimiz rota linki için tıklayınız.

Sarıkız Efsanesi :

Birden fazla rivayeti bulunmakla birlikte en bilineni şu şekildedir. Eski zamanlarda Kazdağları’nın eteğindeki Güre köyünde çok güzel bir kız yaşıyormuş. Bu güzel kız köyün tüm delikanlılarının gözdesiymiş ve hepsi onunla evlenmek isterlermiş. Kız hiçbirisine varmamış ve babası hacdan döndükten sonra köyün delikanlılarıkıza iftira etmişler. Köylüler de bunu duyunca babasına baskı yaparak “ Kızın kötü yola saptı. Ya onu öldürürsün ya da buralardan çekip gidersin” demişler.

Ne yapacağını bilemeyen baba kızını öldürmeye kıyamaz. Köylülerin baskısından kurtulmak ve onların yüzüne bakabilmek için kızını gözlerden uzak tutmak için Kazdağı’nın zirvesine ulaşan baba, herkesten gizli yaşayabilsin diye kazlarla birlikte onu dağda bırakmış.

Dağda kendine bir düzen kuran Sarıkız, kazları gütmeye başlamış ve hayatta kalmış. Burada kaldığı sürede yolunu kaybeden insanlara da yardımcı olmaktaymış. Bu durum bir süre sonra dağda “sarı bir kız” zorda kalanlara yardım ediyor şeklinde babasına kadar ulaşmış.

Kızının ölmediğini ve yaşadığını anlayan baba, Kazdağı’na kızının yanına gitmiş. Sarıkız, babasını görünce çok sevinmiş ve ona ikramda bulunmuş. Babası yemek yerken su istemiş kızından, o anda Sarıkız elini binlerce metre uzaktaki Güre çayına uzatarak su almış ve babasına ikram etmiş. Babası kızının bu halinden, onun bir ermiş olduğuna kanaat getirmiş ve çok mutlu olmuş. Bugün kabrinin bulunduğu yere Sarıkız tepesi denmiştir. Babasının bulunduğu yerin de Babatepe olarak adlandırdığı rivayet edilir ve bu tepe de hemen Sarıkız Tepesinini yakınında ve daha yüksektir.

Sarıkız Avlusuna döndükten sonra tekrar otobüsümüze bindik ve Tozlu Mevkiine doğru hareket ettik.

Bu bölgenin özelliği ise endemik bir tür olan yani sadece Kazdağlarında görülen Kazdağı Göknarını görmek için buradan yürümeye başlamak gerekli. 2,5 km yürüyüşten sonra göknar seyir noktasına ulaşıyorsunuz, biz buradan geri döndük, izlediğimiz rota için tıklayınız.

Bu yürüyüş aslında bu şekilde planlanmıştı ancak denize girmek için zamanımız kalsın istiyorduk, bu nedenle kısalttık, yüzmeye zaman ayırdığıma pişman değilim ancak bu yolu yürümediğime pişman bir şekilde zirve yolculuklarımızı tamamladık ve tekrar aşağıya doğru 1 saat süren yolculuğumuz başladı.

1 saat sonunda ise İsmail Bey ile yollarımızı ayırdık ve Hasan Boğuldu Şelalesi ve Gölüne gittik, ancak burası tam bir hayal kırıklığı oldu, zira sosyal medyada ünlü olması, şehre yakın olması, hikayesi, kötü işletmesi nedeniyle, dumanaltı olmuş, kötü bir piknik alanına dönüşmüştü.

Yine de Hasan ile Emine’nin hikayesini anlatmadan, yaşamadan, gölet sularına ayaklarımızı koymadan gelmedik…

Saat 19:00 da sahilde olabildik ve güneş batmaya yakın ancak denize girebildik, deniz çok temiz olmasa da tüm yorgunluğumuzu aldı, en azından benim için öyle oldu.

Sabah kahvaltıda olduğu gibi akşam yemeğinde de kızım Lorin tüm gruba eşlik etti, 4 yaşına girmek üzere olan kızımla ilk kampımı yani çadır deneyimimi geçen hafta baba kız yaşamıştık, bu hafta ise çadırda uyumasa da ateşe ve sohbete eşlik etmek istedi.

Bir kampın olmazsa olmazıdır ateş, akşam yemeğimizi otelde yedikten sonra taraçaların en alt kısmında bizim için hazırlanan yerde arkadaşlarımız kamp ateşini yaktılar, dediğim gibi kamp ateşsiz olmaz, ateş başında şarkılar, türküler dinledikten sonra herkes yorgunluktan yavaş yavaş odalarına ve çadırlarına çekilmeye başladı, bu arada saat 03:00 olmuştu.

2. gün de hızlı ve tempolu geçeceği için kalan arkadaşlar da uyumaya karar verdiler.

Hasan Boğuldu Hikayesi 

Bu hikayeyi Youtube üzerinden Tuncel Kurtiz sesinden dinlemek için tıklayınız

Dağın aşağısındaki ovada (Edremit) köylüler ürünlerini pazara getirip satar, ihtiyaçlarını alıp köye dönerlermiş, Zeytinli köyünden delikanlı Hasan da baba mesleği bahçıvanlığı devam ettirip, yetiştirdiği sebze ve meyveleri, pazarda satarmış.  Bir gün pazarın kalabalığında bir kız görmüş, giysilerinden obalı olduğunu anlamış, hayallere daldığında birden kızın sesini duymuş, Hasan şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmış. Hasan kızın istediklerini verdikten sonra, adını sormuş ve adının Emine olduğunu ve Zeytinlinin üstündeki obalarda oturduklarını öğrenmiş.

Her Çarşamba Emine peynirin ,sütün ,yoğurdun,balın en iyisini, Hasan’a getiriyor, Hasan da sebzenin en iyisini ona verip, pazardan, Zeytinliye kadar beraber dönüyorlarmış ancak Emine obaya varabilmek için üç sat daha yürüyormuş. Emine ile Hasan birbirlerini sevmişler ve evlenmeye karar vermişler. Fakat Emine’nin ailesi, ovalının obada yaşayamayacağını söyleyerek karşı çıkmışlar. Emine ısrar edince, Hasan’ın kırk okka (altmış kilo) tuzu sırtında obaya çıkarabilirse yiğitliğini göstereceğini ve herkesin onu damat olarak kabul edeceğini söylemişler.

Başka yapacak bir şey olmadığını anlayan Hasan, sevdiğine kavuşmak için tuz çuvalını sırtına alır ve yola düşer ancak daha şimdiki Sütüven şelalesine vardıklarında, Hasan artık yorulmuştu, tuz sırtını yakmaya başlamıştı, daha geldikleri kadar yol vardı. Gökbüvete vardıklarında gücü tükenen Hasan, yere düşmüş. Emine, Hasanı yüreklendirmeye çalışarak gelecek iyi günleri anlatmış, fakat Hasan kalkamaz. Emine’ye buralardan kaçmayı, başka yerlerde yaşamayı teklif eder. Emine obasına söz vermiştir. Kendisinin bile rahatlıkla taşıdığı çuvalı taşıyamayan kişiyi obaya nasıl götüremez hisseder. Hasan’ın yalvarmalarına rağmen obanın yolunu tutar. Ancak obaya vardığında pişman olur. Geri dönmek ister ancak fırtına çıkmış ve ailesi izin vermemiştir.

Emine sabahı zor eder, ilk ışıklarla, Gökbüvet’e koşar fakat Hasan’ı bulamaz, Zeytinliye annesine gider, bulamaz, Edremit’e koşar ancak Hasan’ı kimseler görmemiştir. Hasan’ın sesi kulaklarında çınlayan Emine, mecnun gibi, dere boyunca onu arar durur. Günler sonra Gökbüvet’te, Hasan’ın gömleğini ve ona verdiği çevreyi bulur. Sana kavuşmaya geliyorum Hasan’ım diyerek kendini Gökbüvet’in başındaki çınara asar. O günden sonra Gökbüvetin adı Hasanboğuldu, Gökbüvet’e bakan çınara da Emine Çınarı denmektedir.

Şelalenin adı konusunda yanlış bilinen bir durumu da düzeltmek gerekli aslında, buraların adları Hasan Boğuldu Göleti ve Sutüven (Sudüşen) Şelalesi.

Hikayeyi Sabahattin Ali’nin Yeni Dünya adlı kitabının son hikayesi olan Hasanboğuldu ve Orhan Aksoy’un yönettiği Hasan Boğuldu filmlerinden hatırlayanlar vardır.

Mehmet Çiçek

Tags, , , , , , , , , , , , , , ,

Büyükada

Yaz geldi İstanbul’a ve yazlıklarına ya da uzak yerlere tatile gidemeyen herkesin hafta sonu günübirlik de olsa denize girme imkânını yakaladıkları Adalara kaçma zamanları geldi.

Adaları İstanbul’da olup da İstanbul olmayan bir yer diye tanımlayabiliriz. Bu yazımızın konusu Büyükada olacak ancak en azından diğer adaların isimlerini analım yazımıza başlamadan önce.

İstanbul’un adalarının sadece Kınalıada, Burgazadası, Heybeliada ve Büyükada olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz, zira bunlar sadece yerleşim olanları. Aslında bunlara ek olarak adları Sedefadası, Kaşıkadası, Tavşanadası, Yassıada ve Sivriada olan 5 adet daha ada bulunmaktadır. Zamanla bu adaları da siteye ekleyeceğim ancak bugünkü yazımızın konusu Büyükada yani Prinkipo.

Büyükada’ya nasıl gidilir?

Büyükada’ya Anadolu yakasından ulaşım daha kolay ve hızlı olmakla birlikte yaz döneminde Avcılar ve Bakırköy’den de ulaşım mümkündür ancak ulaşmak Avcılar’dan 2 saat, Bakırköy’den 1,5 saat sürmektedir.

Eminönü şehir hatları, Kadıköy’e de uğrayarak 1 saat 20 dk civarında süre bir yolculukla ve diğer adalara da uğrayarak 1,5 saat süren yolculukla Büyükada’ya varmaktadır. Yine Beşiktaş’tan kalkan seferler de bulunmaktadır.

Bostancı ve Kartal’dan ulaşım ise daha sık ve daha hızlı olup 30 dakikada Büyükada’da olabilirsiniz.

Ulaşımı sağlayan Şehir Hatları, İdo, Dentur, Turyol, Mavi Marmara, Prenstur gibi birçok firma vardır bu nedenle tek bir yerden bütün hatlara ulaşmak mümkün değildir, üstelik bir de yaz ve kış tarifeleri farklıdır ve bazen sitelerdeki güncelleme nedeniyle bu linkleri buraya aldığımızda bu linklerin de birkaç ay sonra güncelliğini yitirmesi söz konusudur, gideceğiniz zaman, bineceğiniz iskeleye göre aratmak daha pratik olacaktır.

Büyükada’da nereler gezilir?

Büyükada İstanbul’un en büyük adası, bu yüzden yürüyerek adayı gezmek biraz zorlayacaktır ancak adada tarihi yerlere ve gezilecek yerlere çok takılmadan tam tur yapmak imkansız da değildir. Aslında adada tam tur ve kısa tur olarak turlar adlandırılan turlar var ancak bir de şehir turu diyebileceğimiz tur da yapılabilir.

Bu turlar genel olarak fayton turu şeklinde düşünülse de lütfen içinizde azıcık hayvan sevgisi, doğa sevgisi varsa bu faytonlara binmeyi aklınızdan bile geçirmeyiniz. Buraya keyifli bir yazı okumaya geldiniz belki fotoğraflar koyup bu keyfinizi baltalamak istemiyorum ancak buraya not almakta fayda görüyorum. “Faytona Binme Atlar Ölüyor” (Bu ayrı bir yazının konusu olacak)

Büyükada’da iskeleden indiniz, sizi küçük bir meydan karşılayacak, buradan yukarıya yani tam karşıya doğru çıktığınızda ise saat kulesini göreceksiniz, asıl meydan burası ve yine küçük. Adaya gelince ilk işiniz burada bir fotoğraf çekmek olacaktır, her ne kadar bu saat orijinal olan eski saat kulesi olmasa da yine de simge halini korumakta. (eski fotoğraflarına buradan ulaşabilirsiniz https://www.youtube.com/watch?time_continue=62&v=qAxJEzWi8ys

Saat kulesine vardığınızda solunuza bakan yol adanın iki mahallesinden biri olan Maden Mahallesine gider. Sahile paralel balıkçı restoranlarını görebilirsiniz, yine saat kulesinin sol yanında 300 yıllık Panayia (Meryem Ana) Rum Kilisesi de birkaç adım mesafede bulunmakta.

Ben önce sağ tarafa yürümeyi tercih ediyorum, ancak burada Lale Hatun sokağından (Emniyet Müdürlüğü yanındaki) iç tarafa geçerek, adanın denizi yukarıdan gören ve güzel bir İstanbul manzarası sunan kafelerinde oturarak zaman kaybetmekten kurtuluyorum.

Burada her sokakta karşınıza güzel bir köşk, konak çıkabileceğini unutmayın, mesela bu Lale Hatun Sokağının sahil yanındaki kırmızı panjurlu beyaz renkte bir köşk var burası Splendid Palace Oteli, mimarisindeki doğu-batı sentezi olduğunu bu ilerden çok anlamasanız da farkedeceksiniz.

Tekrar Lale Hatun sokağına dönersek bu yolla birlikte Adalarda eksik olmayan yokuşlara da başlamış oluyoruz. Güzel dar ve rengarenk çiçekli ağaçların arasından yürüdükten hemen birkaç yüz metre sonra yine küçük bir meydana çıkıyoruz. Burada yine binmediğimiz ancak görselliğine ve estetiğine hayran olduğumuz atların beyaz köşklerin, villaların, evlerin önünden geçerken fotoğraflayabileceğimiz küçük bir meydana çıkıyoruz.

Artık villaların kamu binaları veya otel olarak kullanıldığı Çankaya Caddesinden devam ediyoruz, çünkü bu yol bizi birkaç küçük sürprize çıkaracak, ancak bu yolda kendi canınıza da dikkat etmeniz gerekiyor zira faytonların da kullandığı bu yol bir yarış pisti gibi kullanılıyor.

Biraz ilerledikten sonra sol tarafınızda çam ağaçları arasında zorla seçilen muhteşem bir konak bulunmakta. Bu muhteşem konak  yaklaşık olarak 100 yıllık,  konağın içini görmek hatta hala kapısı açıksa korsan yoldan kulesine çıkmak istiyorsanız hafta içi mesai saatlerinde gitmek zorundasınız zira burası bir kamu binası olarak kullanılıyor. Bir dönem hükümet konağı olarak kullanılan bina şu anda da yine vergi dairesi ve çeşitli yerel hizmetler için kullanılmaya devam ediyor.

Hemen çaprazında ise Mizzi Köşkü bulunmakta, hemen isimden ve mimariden bir İtalyan eseri olduğu akla geliyor ama bu köşk İngiliz George Mizzi tarafından yaptırılmış, bir Ortaçağ şatosunu andırıyor, kulesi hala ayakta ama rasathane olarak kullanılan bölümü yıkılmış durumda. Bu arada artık bir apart otel şeklinde kullanılmakta ve yazının yazıldığı bugünlerde (Haziran 2018) restorasyon görmekte.

Yürümeye devam ettiğinizde Büyükada’nın size çıkaracağı bir sürprize daha rastlıyorsunuz. Hamalcı Sokaktan aşağıya 50 metre yürüdüğünüzde sağ kolunuz üzerinde yıkık dökük bir bina göreceksiniz, işte artık çatısı bile olmayan bu bina da tarihi bir öneme sahip hatta belki de birkaç yıl içerisinde Büyükada’nın en çok ziyaret edilen hatta uluslararası üne sahip bir yeri haline gelecektir. Zira burası Troçki’nin evi. Kısaca bilgi vermek gerekirse Ekim Devrimini yöneten 3 kişiden biri olan Lev Davidoviç 1917-1924 arası Kzılordu komutanlığı yapar, Lenin’in ölümünden sonra Stalin’le girdiği iktidar mücadelesini kaybeder ve ilk olarak 1929 da İstanbul’a sürgüne yollanır, 4,5 yıl burada kalır, sonra Meksika’ya sürgün edilir ve burada da ölür. Meksika’daki evi ziyaretçi akınına uğramaktaymış, buradaki evi ise terkedilmiş durumda.

Troçki’nin İstanbul’da ne işi olduğu ile ilgili daha detaylı yazıyı http://t24.com.tr/yazarlar/cengiz-ozdemir/trockinin-buyukadada-ne-isi-vardi,6505 linkinden okuyabilirsiniz. 

Tekrar ana caddeye çıkıp, yürümeye devam ettiğinizde ise karşınıza Dilburnu Tabiat Parkı çıkmakta, Dilburnu Tabiat parkının hemen bitiminde Yörük Ali Plajı var benzer şekilde adanın tam diğer tarafında bulunan Naki bey Plajı da adanın denize girilebilen güzel plajlarındandır. Buradan sonra yolumuz yine yokuşlara doğru yani tepeye doğru kıvrılmakta, zira Aya Yorgi Kilisesini ve Manastırını görmek gerekli. Yokuşu çıkarken hemen sağımızda Aşıklar Tepesi ve Aşıklar Çay Bahçesi var, ama aşkınıza sarılırken dikkat edin siz yine de…

Yokuşu bitirdiğinizde Adanın ortasında yer alan ve tüm yolların birleştiği alan gibi görünen bir düzlüğe çıkıyorsunuz, burada google haritalarda Lunapark yazılı olduğunu göreceksiniz. Meydanda yer alan kafe restoranda dinlenmeyi kesinlikle tavsiye ederim, çünkü kiliseye çıkacaksanız sağlam bir tırmanış sizi bekliyor. (Faytonla gelseydiniz buraya kadar, bu okuduklarınızın hiçbirisini görmeyecektiniz)

Aya Yorgi Kilisesi yani dileklerin gerçekleştiği kilise Adanın en yüksek tepesinde Yücetepe’ye  1905 yılında yapılmış bir kilise, tepenin yüksekliği 230 metre civarında. Bu yokuşu çıkarken konuşulmaması gerektiği gibi bir inanç var zaten konuşmamak da bütün tırmanışlarda olduğu gibi burada da lehinize.

Tepeye vardıktan sonra önce kendinizi kır gazinosuna (lokanta) atıp dinlendikten sonra gezmeye de karar verebilirsiniz.

Ortodokslar için hacı olmanın yolu Büyükada Aya Yorgi Manastırı’ndan geçiyor. Hacı olmak isteyenlerin önce manastırı ardından da Efes Meryem Ana Kilisesi’ni ziyaret etmesi gerekiyor. Yılda iki defa Aya Yorgi Kilisesi’nde Yortu düzenleniyor. Paskalya Yortusu adı verilen bu yortular 23 Nisan ve 24 Eylül’de yapılmakta ve doğaldır ki bu tarihlerde Kilise büyük bir ziyaretçi akınına uğramakta. Sonrasında ve ne zaman Adaya gitseniz göreceğiniz ağaçlara dolanmış ipler işte hep bugünlerden kalmakta, zira artık Müslümanlar bile bugünlerde meydandan başlayıp makaradaki ipleri yukarıya kadar koparmadan çıkmanın peşindeler.

Bugünkü Kilise ziyaretini de yaptığımıza göre tekrar aşağıya inip, Büyükada için yine çok önemli bir yapıya doğru yürümeye devam edebiliriz. Tekrar meydana vardıktan sonra tam karşıdaki yoldan yürümeye ve çıkan ilk yol ayrımında sağdan devam ettiğimizde hemen sağımızda büyük bir ahşap bina göreceğiz. İşte bu bina da Büyükada Rum Yetimhanesi.

Yetimhane dünyanın en büyük ahşap binalarından birisi (hatta birçok yerde en büyük olduğu yazıyor) yine aynı zamanda Dünyanın en çok katlı ahşap binası. Ana bina 6 katlı, yan bölümler  5 katlı. Bu bina aslında Prinkipo Palace Oteli olarak yapılır ancak otel olarak işletilmesi engellenince, Rum yetimlerin kalacağı yer olarak hizmet vermeye başlar, uzun süre Ruhban Okulu olarak faaliyet gösterir. Bir dönem askeri okul hatta Bolşevik devriminden kaçan Ruslar için göçmen konutu gibi kullanılır, 1960 Kıbrıs olayları nedeniyle el konulur ancak 2010 yılına kadar çürümeye terkedilir. Bu tarihte AİHM kararıyla Fener Rum Patrikhanesine devredilir. Şu an içeriye çökme tehlikesi nedeniyle girmek yasak.

Bu yoldan devam ederek tekrar merkeze inmek mümkün olduğu gibi tekrar geri dönüp, bu kez soldan aşağı inerek yani adanın diğer tarafına geçerek Adalar Müzesine de çıkmanız mümkün, bu müze Ada tarihinin anlatıldığı modern bir müze ve mutlaka görülmesi gerekli, binlerce İstanbul ve Ada fotoğrafını burada görebilirsiniz. (açıkçası ben görmedim daha)

​Mehmet Çiçek

www.azcokgezdim.com

 

Tags, , , , , , , , ,

Fuji Film ile fotoğrafçılık eğitimi

KARAKÖY SOKAKLARINDA KISA BİR TARİH VE FOTOĞRAF GEZİNTİSİ

İSTANBUL DOĞA VE FUJİ FİLM İŞBİRLİĞİ İLE 28 TEMMUZ 2018 CUMARTESİ GÜNÜ KARAKÖY SOKAKLARINDAFOTOĞRAF EĞİTİMİ VE GEZİSİ YAPTIK
Fuji Film fotoğraf makineniz olmasa bile gel demişti İstanbul Doğa üyelerine ve biz de 30 kişiyle birlikte bu çağrıya uyarak hem eğitim alalım hem eğlenelim hem de Karaköy Sokaklarını gezelim dedik.

Saat 11:00’da Karaköy tramvay durağı önünde buluşarak başladık güne ve hemen kalabalık bir grup olarak yürüyerek 5 dk uzaklıkta bulunan Fuji Film eğitim merkezine gittik.

Burası Kemankeş Kara Mustafa Paşa Mahallesindeki Kemankeş Caddesinde bulunuyor. tabi bu kadar kemankeş adını duyunca kim bu Kemankeş diye merak ediyor insan, ancak Osmanlıda yakın tarihlerde birden fazla kemankeş sadrazam yaşamış ve arka arkaya öldürülmüşler neredeyse.

Muhteşem Yüzyıl Kösem dizisini izleyen varsa (ki pek sanmıyorum) orada Kemankeş  Kara Ali Paşanın yaşadığı dönem anlatılıyor yani 4. Murat döneminde yaklaşık 7 ay kadar (çok kısa değil mi) sadrazamlık yapmış birisiymiş ancak Kemankeş Kara Mustafa Paşa 1644’e kadar 5 yıl sadrazamlık yapmış.

Yaklaşık saat 13:30’a kadar burada görseller eşliğinde eğitim, fotoğraf makinesinin kullanımı anlatımı yapıldıktan sokağa adım attık. İlk durağımız inşaatlar içinde yürüdükten sonra Fransız Geçidi’ne vardık. Burası neden Fransız Geçidi bilinmiyor, zira mimarının adı da yazılı değil. Oldukça sade iki bina arasındaki geçidin kapıları gösterişlidir ve bu yönüyle dikkat çekmektedir, binanın yapım tarihi 1860 yılı olup, 1988 yılında korunması gerekli tarihi eser kategorisine alınmıştır.

Geçide girdiğimizde yerde yatan köpek herkesin dikkatini çekti hemen ve bol bol fotoğrafladık, mutlaka iyi fotoğrafları vardır ancak arkadaşlarımın çektiklerinden biri bizi de kadraja sığdıran kare olarak yanda/aşağıda.

Buradaki kafelerin masaüstlerinde duran çiçeklerden ve objelerden birkaç macro çekim veya alan derinliği denemesi yaptıktan sonra Kılıç Ali Paşa Cami, Medresesi ve Hamamına yürüdük.

Kılıç Ali Paşa bir İtalyan olmasına rağmen, uzun süren esaretten sonra Müslümanlığı seçmiş, denizci olmuş, Tunus’u alan, Libya’nın bir kısmı ile Kıbrıs’ın bir kısmını alan, İnebahtı Bozgununda bile başarılar gösteren bir paşa olarak  Kaptan-ı Deryalığa kadar yani donanma komutanlığına yükselmiştir.

Cami ise Paşa tarafından  Mimar Sinan’a yaptırılmıştır, 1580-1587 yılları arasında yapılan cami-medrese-hamam inşaatının bittiğini hem Mimar Sinan hem de Kılıç Ali Paşa’nın görmediği belirtilmektedir.

Caminin avlusunda dinlenme molası verdik, Çayeli Vakfına tahsisli medresenin kapısını çalsak da içeriye giremedik.

Caminin akan çeşmelerinde enstantane denemeleri yaptıktan sonra yolun hemen karşısında bulunan Tophane-i Amire’ye girme çabalarımız da sonuçsuz kaldı zira hem müze girişi hem de üniversite girişi kapalıydı.

Tophane-i Amire Bizans döneminde kiliselerin yer aldığı Metopon adlı bölgede kurulmuştur. Sultan II. Mehmet tarafından fetihten sonra kurulan top döküm merkezi, Osmanlı ordu ve donanmasının kullandığı askeri topların üretildiği yerdir. 1998’den  itibaren Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi olarak hizmete açılan bu tarihi askeri binada Tophane-i Amire Beş Kubbe, Tophane-i Amire Tek Kubbe ve Tophane-i Amire Sarnıçlar olmak üzere üç ayrı sergi holü bulunmakta ve bu mekanlarda yurtiçi ve yurtdışı sergiler düzenlenmekte ise de biz içeriye dahi giremedik.

Buradan yine kısa sayılabilecek bir yürüyüş ile Tünel önünden geçerek bankalar Caddesine çıktık ve Kamondo ailesinin yaptırmış olduğu Kamondo Merdivenleri önünde hatıra fotoğrafı çektirdik. tabi merdiveni boş yakalamak bir mucize gibi olsa da bunu da başardık.

Peki Kamondo ailesi kimdir? Kamondo ailesi İspanya’daki engizisyondan kaçarak ilk önce Venedik’e, ardından İstanbul’a yerleşmiş, sonra Paris’e gitmişlerse de, ailenin son üyeleri 2. dünya savaşında nazi kamplarında yok edilmişlerdir. Kamondo ailesi Kırım Savaşında Osmanlı İmparatorluğuna borç veren yani finanse eden bir ailedir. Aile Osmanlıda mülk edinme hakkı verilen ilk yabancı uyruklu şirketi kurmuştur ve bu şirket bir gayrımenkul imparatorluğuna dönüşmüştür. Aile sürekli saraya borç veren ve imtiyaz elde eden bir aile haline gelmiş ayrıca Osmanlı Bankasına rakip olan bir banka kurmuş ve İstanbul’da ilk belediyenin kuruluşunda öncülük etmiştir. Bu büyük ailenin son ferdi Katolikliği seçerek soykırımdan kurtulmuş ise de aile bu kişi ile yok olmaktan kurtulamamıştır.

Aileden İstanbul’a yadigar kalan ev ve merdivenler ile birçok han bulunmaktadır. Hatta bu evde dönemlerinde  Abidin Dino, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik, Yaşar Kemal, Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday gibi pek çok ünlü isim kiracı olarak yaşamıştır.

Merdivenler ise fotoğrafçıların ve film setlerinin vazgeçilmezi olmaya devam etmektedir.

Burada geçirdiğimiz zaman sonrasında yine tünel sokağından Galata Köprüsüne çıktık, güneşin batmaya yakın olması haliç tarafında çekmiş olduğumuz karelerde pek kaliteli sonuçlar elde edemesek de orta bölümünde ve geçitte çektiğimiz özellikle ters ışık fotoğrafları gayet başarılıydı.

Galata Köprüsü de tarihi Leonardo Da Vinci’ye kadar giden bir isteğe sahip, 1502 yılında Da Vinci’nin çizdiği köprü padişah 2. Beyazıt’ın onayını alamayınca 1836’ya kadar bu proje rafa kaldırılmış, 1836 yılında ilk köprü yapılmış ise de bu köprü 1912 yılında yıkılmıştır. Bugünkü Galata Köprüsü yerindeki ilk köprü ise 1845 yılında açılmıştır. Haliç üzerindeki 3. köprü yapılmış bu köprü de 1912 yılında kullanımdan kaldırılmıştır.

Haliç üzerindeki 4. köprü 1912 yılında açılmış 1992 yılında yanmıştır, bu yangının neden çıktığı bilinmemektedir. Bugün eski fotoğraflarda görünen bu köprüdür.

Şu anda kullanılan köprü ise 1994 yılında açılan köprüdür.

Köprünün doğu tarafından Topkapı sarayı ve İstanbul Boğazı fotoğraflarını çektik ve Fuji Filme doğru yürüyüşe geçtik. işte yandaki/alttaki mahşerin 5 atlısı gibi yürüdüğümüz bu kare de etkinlik sonundan.

Etkinlik boyunca çekmiş olduğumuz bütün fotoğraflara buradan ulaşabilirsiniz.

fotoğraflar için tıklayınız

Karaköy’de tarih bu binalardan ve sokaklardan ibaret değil tabi ki ancak ilerleyen tarihlerde yeni gezilerimizle biraz daha anlatmaya çalışacağım…

 

Mehmet Çiçek

www.azcokgezdim.com

Tags, , , , , ,

Fuji Film ile Fotoğraf Atölyesi

09.06.2018   Cumartesi
FUJİ FİLM İLE BÜYÜKADA FOTOĞRAF ATÖLYESİ

  Fuji Film katkılarıyla Üskidarlı Salih ve Mehmet Çiçek sorumluluğunda 

Bu Etkinlik Fuji Film Türkiye ile birlikte gerçekleştirilmektedir.

Etkinlik Türü :FOTOĞRAF GEZİSİ VE FOTOĞRAFÇILIK EĞİTİMİ
Etkinlik Tarihi :09.06.2018  Cumartesi
Etkinlik Süresi :GÜNÜBİRLİK
Katılımcı limiti :25 Kişi.
Faaliyet Sorumlusu :ÜSKİDARLI SALİH  ve MEHMET ÇİÇEK

Fotoğraf makineniz olmasa bile Fuji Film Türkiye ile Büyükada’da hızlı bir fotoğrafçılık eğitimi almaya ne dersiniz?

Dünyanın en büyük fotoğraçılık ve görüntüleme şirketi olan Fuji Film eşliğinde Büyükadada fotoğraf gezisi yapacağız.

Bu etkinliğe katılan herkes, Fuji Film tarafından getirilecek fotoğraf makinelerini ÜCRETSİZ olarak kullanabilecek

 

Üstelik fotoğraf makineleri hakkında temel bilgiler verdikten sonra uygulamalı olarak Büyükada sokaklarını fotoğraflarken, temel çekim teknikleri diyebileceğimiz fotoğrafçılık hakkında temel eğitim de, ücretsiz ve uygulamalı olarak anlatılacaktır.

 

Yani bu etkinlikte, diğer fotoğraf gezilerimizde dediğimiz “fotoğraf makineni kap gel” cümlesi, “fotoğraf makinen olmasa da gel“e dönüşmüş durumda…

Hatta dilerseniz kendi fotoğraf makinenizi getirip aynı ışık ortamında  iki fotoğraf makinesini kıyaslayabilirsiniz veya sadece kendi makineni kullanabilirsiniz.

 

 

10:00 Eminönü Adalar İskesinde buluşuyoruz.

Vapur saatine uygun bir saat seçilmiştir. (Vapur hareket saati: 10:10)

Vapur buradan hareketle Kadıköy’e uğruyor. Kadıköy hareket saati 10:30

(şehir hatları tarifesi için tıklayınız)

 

Daha önce veya farklı hatlarla gelenlerle 11:45 te Büyükada KÖŞEM lokantasında buluşuyoruz (Saat kulesinden sola giden cadde üzerinde).

Saat 13:00 e kadar Fuji Film fotoğraf makineleri ve Makine kullanımı ile ilgili temel bilgiler anlatılacak, daha sonra da fotoğraf makineleri misafirlerimize dağıtalacaktır.

 

13:00-13:30  gibi Büyükada sokaklarını fotoğraflamaya başlayacağız,  Özellikle enstantane ve diyafram ayarlarının kullanımının, güzel fotoğraf çekmenin girişi olduğu düşünülerek bu konuda uygulama yapacağız. Belki bir günde çok iyi fotoğraf çekmenin bütün inceliklerini öğrenemeyeceğiz ama gün sonunda, günün başlangıcına göre daha iyi fotoğraf çekeceğimiz kesin.

 

3-4 saat kadar sürecek bu etkinlik boyunca Fuji Film Türkiye tarafından getirilen fotoğraf makinelerini kullanabilirsiniz.

 

17:30 veya 18:30 vapuruyla dönüyoruz (dileyenler daha geç dönebilir)

Not: Hava şartlarına göre giyinelim. Havanın 26 derece ve güneşli olacağı tahmin edilmektedir.

Mümkünse boğazlı yürüyüş botu giyiniz.  Yürüyüş süresinde atıştırmalık kuruyemiş, meyve ve sandviç, 1,5 litre su bulundurulması tavsiye edilir. İnce giyecekler tercih edilmelidir.

Bu bir doğa yürüyüşü veya yürüyüş ağırlıklı bir etkinlik değildir.

Herkes kendi ilk yardım malzemesini bulundurmakla sorumludur, (kişisel ilaçlar, sargı bezi, yara bandı vs.)

Etkinliğe Katılmak İçin Buraya Tıklayın 

İstanbul’un 10 ağacı

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

Madem söz konusu onlar olduğunda ne kadar farklı düşünürsek düşünelim bir araya gelip gövdelerimizi onlara siper edecek kadar seviyoruz, o zaman bu canlıları daha yakından tanımakta da fayda var. Ağaçlar… Çoğumuza hepsi çam ya da ağaç olsa da her biri ayrı dünya. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ünal Akkemik’in katkılarıyla sizin için şehirlerde arz-ı endam eden ve mutlaka tanımanız gereken 10 ağacı belirledik.

Basit soru: Ağaçları neden tanımalıyız? Tanısak ne, tanımasak ne! Böyle de bakılabilir olaya. Yanından geçer, sırtımızı dayar, gölgesinde yatar, en nihayetinde umursamasak da yaşar gideriz. İşte doğanın olayı tam da bu… İster tanı ister tanıma, ister koru kolla, ister umursama… O senin için her daim yapması gerekeni karşılık beklemeden yapıyor.  O yüzden ağaçlar öyle mahallede borcumuzun kabardığı esnaf gibi görmezlikten gelinecek canlılar değil. Hele en güzel, en taze, en can alıcı hallerine büründükleri bu bahar günlerinde. Parklarda en güzel halleriyle sizi bekliyorlar.

1) AKDENİZ SERVİSİ 

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

 

İlk defa Roma döneminde Bebek-Beşiktaş arasına, gemi yapımında kullanılmak üzere dikilmiş. Yani bilinen ilk ağaçlandırma serviyle yapılmış. O günden bu güne mezarlıklar başta olmak üzere şehirlerin vazgeçilmezi.

2) GÜLİBRİŞİM

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

 

Anavatanı İran olmasına karşın dünyaya İstanbul’dan dağılmış. İtalyan Filippo Degli Albizzi, 1745’te bu ağacın tohumlarını Avrupa’ya taşımış. O da güzelliğiyle çok kısa zamanda tüm Avrupa’yı fethetmiş.

3) ÇİN YELPAZE ÇAMI 

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

 

Ginko biloba olarak da bilinen bu ağacın mazisi 280 milyon yıl. Yani gezegenimizde bilinen en eski ağaç. Bu nedenle yaşayan fosil ve mabet ağacı olarak da bilinir. Dikkat: Tohumları çok kötü kokar, oynaşmayın.

4) FISTIKÇAMI 

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

 

Ege ve Akdeniz Bölgeleri’nin ağacı… İstanbul’a 18-19’uncu yüzyıllarda getirilmiş. İstanbul Boğazı’nda o kadar iyi gelişmiş ki, günümüzde Boğaz’ın en güzel simgelerinden biri.

5) MANOLYA 

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

 

18. yüzyılda saray için Avrupalı bahçıvanlar tarafından İstanbul’a getirilmiş. Kökeni Amerika olan bu ağacın en yaşlı ve görkemli bireyleri Batum Botanik Bahçesi, Zonguldak ve İstanbul’da bulunuyor.

6) ATKESTANESİ 

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

 

Osmanlı döneminde Arnavutluk’tan getirilmiş. Kestaneye benzeyen tohumlarının atlara ‘Soluğan’ hastalığını iyileştirmek için verilmesi nedeniyle bu adı almış.

7) ERGUVAN 

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

“İstanbul’un ağacı hangisi” diye sorulduğunda verilecek yanıt erguvan. Akdeniz ve Ege makiliklerinin doğal ağacı ama artık Boğaz’ın sayılır. Pembe çiçekleriyle Boğaz’ın en görkemli ve göz alıcı ağacı…

 

8) TOROS SEDİRİ  

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

 

Dünyada dört türü var. Toros sediri bu dört kardeşin en görkemlilerinden. Mısır Piramitleri’nin yapımında kullanılmak üzere binlerce sedir ağacı kesilerek Toroslar’dan Mısır’a taşınmış…

9) MEŞE

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

 

Türkiye, 17 türü ile dünyanın meşe merkezi. Roma ve Bizans döneminde gücün ve kuvvetin simgesi olan bu ağaç Anadolu’nun inşasında her daim başrolü oynamış. Oscar versek ilk sahibi meşe olurdu.

10) SIĞLA 

Şehirlerin tanınması gereken 10 ağacı

Dünyadaki tek doğal yayılış alanı Türkiye ile Rodos Adası. Günlük ağacı da deniyor. 15-16 milyon yıl önce bütün Batı Anadolu bu ağaçla kaplıymış. Yağı ilaç, esans ve tütsü yapımında kullanılıyor.

 

https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/hayat/sehirlerin-taninmasi-gereken-10-agaci-40061013

 

Tags, , , , , , , , , , , , , ,

Doğa yürüyüşleri için gerekli malzemeler

Her faaliyetin, her sporun kendine göre malzemeleri vardır. Bu malzemeleri mevsim ve bölge gözetmeden olmazsa olmazlar, mevsim ve yere göre de gerekecek malzemeler olarak ayırarak kullanırız. Malzeme seçiminde dikkate alınması gereken en önemli husus; malzemelerin maksada uygunlukları, çok amaçlılıkları, sağlamlıkları ve hafifliklerinin göz önünde bulundurulmasıdır. Malzemelerde doğru olanı kullanmak kadar akılcı olarak da seçim yapmak gerekir. Trekkingde öncelikli malzeme giyimdir. Bunun nedeni yürüyüşte en önemli şeyin vücut sağlığı olduğudur. Vücut sağlığını bozmayacak rahatlıkta ve ferahlıkta giyim malzemeleri gereklidir. Trekking de konaklama, yani kampta yapabileceğimiz için kamp malzemeleri de gerekmektedir. Açıklamasını yaptığımız tüm kamp malzemeleri kampçılığın temel ABC malzemeleridir. Standart malzemeler olarak ele aldık ancak konfor isteğinize ve şartlarınıza göre çeşitlendirmek sizin elinizde. Kitabın sonunda tam liste verdik faydalı olacaktır. Şimdi önem sırasına göre malzemelerimizi tanıyalım. 

Standart ( Olmazsa Olmaz ) Malzemeler :* Aşağıda listesi bulunan malzemeler olmadan doğada yürüyüşe çıkmayın ve bu malzemeleri kullanmakta ustalaşın. kullanmakta ustalaşın. Yürüyüş için ortopedik, ayağa ve yere iyi tutunan yürüyüş botu ( mevsime göre bot seçilmelidir.

Malzeme Listesi:
– Bot
– Bot Fırçası
– Tozluk
– Su Şişesi
– Pusula
– Şapka
– Düdük
– Sırt Çantası


*Yazlık Bot ;Yazlık botun çok iyi havalandırma sağlaması, bileği koruması ama hafif ve yumuşak olması gerekir. Gore-Tex botlar yazın uygun değildir, botun tozdan ve kirden özel membranı zarar görür. Güneşin zararlı ışınları da Gore-Tex astar için zararlıdır. En iyi yazlık trekking botları cordura kumaş ve süet deri olarak üretilenlerdir. Kışın yapılacak yürüyüşlerde kullanılacak botların da suya dayanıklı, tabanları sağlam ve dişli olması tercih edilmelidir. Gore-Tex botlar tercih edilmelidir. Pahalı bulanlar deri botlarını Waxlayarak su geçirmez hale getirebilirler.

*Kışlık Bot ;Kar yürüşleri için kalın deri botlar tercih edilir kar olmayan havalarda ise su geçirmez bot idealdir. Gore-Tex botlar tercih edilebilir.

Her türlü bot ile yürüyüş yapamazsınız. Yürüyüş botlarının en belirgin özelliği arka tarafları alçaktır bu yürüyüşü kolaylaştırır. yürüyüş botlarında taban çok önemlidir. Eğer botunuzun tabanı rahat değil ise ilaveten silikon taban edinebilirsiniz.

*Bot Fırçası ; küçük 10cm boyunda plastik fırçadır. Yürüyüş sonrası bulduğumuz bir suda botlarımızı temizleriz.

*Tozluk : Tozluklar kı yürüyüşlerinde çok önemlidir, botun üst kısmından başlardize kadar uzanır botun yukarıdan su almasını önler, yürüyüş pantalonunun çalılardan yırtılmasını önler. ve paçalarınız kirlenmediği için rahat bir dönüş yolculuğu yaşarsınız.

*Su şişesi veya matarası ( alüminyum olmalı ) Yanınızda taşıdığınız su bitebilir, temiz bir su kaynağı bulduğunuzda sağlam bir su kabına ihtiyacınız olacaktır. Her zaman bir matara sahibi olmak pet şişe ile su götürmekten daha iyidir. Pet şişenin kendini çöp gibi göstermek ve attırmak özelliği bilinen bir gerçektir. Size tavsiyemiz plâstik veya alüminyum askeri mataraları kullanmayın. Boş halde bile ağır olurlar. En iyi seçim, alüminyum su veya çanta içine konulan ve bir hortum vasıtası ile su içilen koku yapmayan ve extreme ısı farklılıklarına dayanıklı plâstikten yapılmış su torbaları olacaktır.*Düdük Gruptan kopabilirsiniz, kaybolabilirsiniz, bir yere yuvarlanıp bir yerinizi yaralayabilirsiniz. Ne ile diğer yürüyüşçüleri uyarıp, yerinizi belli edeceksiniz? Düdüğün tiz sesi sizin sesinizden üstündür ve daha uzaklardan duyulabilir. Bulabilirseniz bir tarafı termometreli bir tarafı pusulalı modelleri tercih edin ve düdüğünüzü kesinlikle bir iple boynunuza veya gömleğinizin düğmesine asın, asla da kaybetmeyin.

*Pusula ( büyük veya küçük fark etmez ) Basit bir yürüyüşte yürüyüşe hangi istikametten başladığınızı bilmeniz gerekir. Yönünüzü muhafaza etmek için gereklidir. Tam bir pusula almak istiyorsanız, tercihiniz her zaman SILVA tip veya mercekli askeri pusulalar olmalıdır. Pusulasız doğa sporcusu olmaz.

*Şapka Yaz/Kış gereklidir. Bir şapka ile güneşin altında en az iki saat daha fazla kalabilirsiniz. Çok soğuk bir ortamda da ısı kaybınızı asgari düzeyde tutabilirsiniz. Geniş kenarlı şapkalar Yaz/Kış idealdir.

*Ateş başlatıcı malzeme ( kibrit, çakmak, varsa magnezyum çubuğu v.b. ) Yürüyüşte suya düştünüz, hava güneşli ama esinti fazla veya akşam karanlığında kayboldunuz. Ateş en büyük kurtarıcıların başında gelir. Suya dayanıklı veya ıslanmaya karşı önlem alınmış malzemeler kullanın. Normal bir kibriti balmumuyla veya üzerine mum eriterek su geçirmez hale getirebilirsiniz.

*Rüzgârlık veya yağmurluk Molalarda terli halde esintide kalabilirsiniz, böyle bir durumda bir rüzgârlık hayat kurtarıcı olacaktır. Hava bir anda döner ve sağanak verebilir, yanınızda getirdiğiniz yağmurluk hele hele en iyisi bir panço sizi koruyacaktır. Pançolar çadır olarak bile işlem görebilir. Doğada garanti diye bir kelime yoktur. Garantinizi siz sağlamaya çalışın.

*Düdük ; Düzük çok önemlidir, doğada haberleşme çoğunlukla düdük ile sağlanır. her yürüyüşcünün bir düdüğü mutlaka olmalıdır.

*Sırt çantası ; Yazın daha ufak, kışın biraz daha büyük çanta kullanılır. Yazın içine koyulacak malzeme miktarı kışa göre biraz daha az olduğu için 35 Lt. lik bir çanta yeterlidir. Kışın ise 40 Lt. den başlayan çantalar sağlıklıdır. Çantalarınızın yanlarında mutlaka su şişesi veya matara cebi olmalıdır.

*Ek Gıda ve İlk Yardım kiti Her ne kadar rehberlerinizde ilk yardım çantası olsa da siz genede yanınızda basit ilk yardım malzemelerinden bulundurun. Yara bandı, bir adet bandaj gibi. Bunların dışında sürekli kullandığınız bir ilaç varsa yanınızda bulundurun ve konu hakkında rehberinizi bilgilendirin.

Mevsim ve Bölgeye Göre ( Gerekecek ) Malzemeler: ( Duruma ve ihtiyaca göre kullanılan malzemelerdir. ) *Bere, eldiven, balaklava ( maske ) *İç giyim *Orta giyim * Dış giyim * Bileği saran bot * Baton * Tozluk * Mayo, şort * Spor ayakkabı, sandalet * Dudak kremi, güneş kremi * Güneş gözlüğü * Alın veya el feneri .

Etkinliğe özel ihtiyaç olduğunda bunlar etkinlik detaylarında belirtilecektir. size katılacağınız tur ile ilgili gereken malzemeleri söyleyecektir.

Bu malzemeleri temin edebileceğiniz yerleri yakında size buradan duyuracağız.

Tags, ,

Doğa yürüyüşlerinde nelere dikkat etmeli

Doğa yürüyüşleri her zaman riskler taşıyan bir spordur. Bu riskleri en aza indirmek ve yürüyüşleri güvenle tamamlamak için aşağıdaki konulara çok dikkat edilmesi gerekmektedir.
Riskler ve Kazalar genel olarak iki gurupta toplanır;

a) Doğa olaylarından ileri gelen risk ve kazalar. vb)
b) Yürüyüşcünün sebep olabileceği risk ve kazalar.

Doğa Ortamından ( Doğa Olaylarından ) İleri Gelen Tehlike ve Kazalar:

Dağlık Alanlarda Karşılaşılabilecek Doğal Tehlikeler;
Kaya düşmesi, heyelan, çığ, yıldırım, ağaç devrilmesi, siste kaybolmak ve sis kazaları, başlıca doğal tehlikelerdir. Bu tehlikelerden korunmanın yolu bu tehlikelerin oluşumlarını, nedenlerini bilmek ve gerekli korunma ve uzak durma yollarını öğrenmektir

– Kaya, Taş Düşmesi:

Dağlar kayalarla birlikte çarşak denilen irili ufaklı taş alanlarından da oluşur. Kaya veya taş düşmesi sık olan bir durumdur. Yabani hayvan hareketleri, rüzgârlar, titreşimler, soğuk sıcak farkları, kayalarda yorulmalar, v.b. neticelerle taşlar düşebilirler, kayabilirler. Taş düştüğünü, çarşağın kaydığını görürseniz veya siz düşürürseniz. TAAAŞ! veya DÜŞÜYOR TAAŞ! ( önce eylemi sonra nesneyi ) diye bağırarak herkesi uyarın.

Çığ:
Öncelikle çığ düşmesi muhtemel veya kesin yerlerden maceraperest değilseniz uzak durun. Çığ oluşumunu ve düşmesine neden olan faktörleri iyi öğrenin. Çığ 350 km . hıza ulaşabilir ve önünde ne varsa süpürebilir. 35-50 derecelerdeki eğimlerde çığ tehlikesi fazladır. Tabaka kar çığı, gevşek kar çığı ve toz kar çığı olmak üzere 3 çeşit çığ vardır

Tabaka Kar Çığı: Kar sıkıştıktan sonra üzerine taze kar yağmaya devam eder ve tekrar sıkışırsa farklı tabakalar oluşur. Sonuçta herhangi bir sebepten meydana gelen titreşim tabakayı kırar ve çığ meydana gelir.

Gevşek Kar Çığı: Karın eğimi 50 dereceyi geçtiğinde tutunamaz ve kırılarak çığ meydana gelir.

Toz Kar Çığı: Fazla meydana gelmez, ancak oluşup da çığ meydana gelirse, 300 km . hıza ulaşan ve toz olması nedeniyle ciğerleri dolduracak kadar boğuculuk özelliği kazanan bu çığdan kurtulmak veya canlı çıkmak zordur.

Çığa tehlikesinde üzerinizde olacak bir çığ sinyal aleti veya mutlaka olması gereken bir düdük yerinizin bulunması için önemlidir. Çığ sürati azsa ve fazla yüksek gelmiyorsa karşılaşma sırasında üzerine çıkmaya, karşılaşma gerçekleştiğinde denizde yüzer gibi yüzme hareketleri yapmaya, yaklaşmakta ise yanlara doğru kaçmaya ve çığ altına girdiğinizde kar altında cenin pozisyonunda kalmaya çabalayın. Cenin pozisyonu, kar altında kaldığınızda çevrenizde boşluk oluşturmanıza ve vücutta kırılma oluşumunu engelleme çabalarınıza yardımcı olacaktır.

Yıldırım Tehlikeleri:
Sivri yerler; metal uçlar, tepeler, ağaçlar, sivri kayalar yıldırım çeker. Böyle yerlerin altında ve çok yakınında durmamak gerekir. Bazen insanın kendisi bile yıldırımı çekebilir. Tek ağaç altında çadır kurulmamalıdır, kurulacaksa kalabalık ağaç topluluğu altında çadır kurmak daha mantıklıdır.

Doğa Ortamında ( Yürüyüşçünün Kendisinden ) Meydana Gelen Tehlike ve Kazalar:

Düşme:
Dikkatsizlik ve bilgisizlik neticesinde, çeşitli yüksekliklerden veya bulunulan sıfır zeminde düşülebilir. Yürüyüş şeklimize ve bilmediğimiz bölgelere gitmemeye dikkat etmeli. Rehbere bilgi vermeden veya izin almadan asla rota dışına çıkmamalıdır.

Kaybolma:
Kaybolma tamamen yürüyüşçüden kaynaklanmaktadır. Dalgın ve dikkatsiz yürüme veya bilinmeyen bölgelere gitme neticesinde tanıdık yerler ve akabinde yön duygusu kaybedilebilir. Dikkatli olunmalı, gereksiz meraklar yenilmeli ve mutlaka navigasyon bilgisi kazanılmalıdır. Kaybolmalarda 3 defa uzun uzun düdük çalınması gerekmektedir. Rehber bu kaybolma sinyaline yanıt verecektir ve yankımaları da hesaba katarak sesin geldiği yöne doğru ilerlenir. Sıkı sık konum belirten düdük çalmalısınız.

Tükenme:
Gereksiz efor sarf etme, temposuz yürüyüş, fevri hareketler, kendine aşırı güvenme, vücuda fazla gıda yüklenilmesi gibi durumlar sonucunda yürüyüşçü kendi kendini tüketir.

Arkadan Geleni Tehlikeye Sokma:
Sık karşılaşılan bir durumdur. Tamamen düşüncesizlik ve fevrilikten kaynaklanır. Yürüyüşçü önüne gelen dalı iter veya kaldırır, sonrada kendi geçerken birden bırakır ve yaylanan dal arkadan gelmekte olan yürüyüşçünün suratına çarpar. Öndeki düşünmeli arkadaki de dikkatli olmalıdır.

Yürüyüş Sırasında Kulaklıkla Müzik Dinleme:
Müzik ruhun gıdasıdır, ama şehirde. Doğada kuş ve rüzgâr, ormanın kokusu ruhun gıdasıdır ve çoğu kez müzikten bile etkilidir. Doğaya özellikle yürüyüş sırasında asla müzik getirmeyin. Kulağa takılacak kulaklık size bir tehlikenin geldiği uyarısını ve tehlikenin sesini engelleyecektir. Doğayı izleyin, dinleyin ve koklayın. Dikkatinizi dağıtmayın.

Eller Cepte Yürüme:
Asla eller cepte yürümeyin. Özellikle sırt çantası varken ve tempolu yürüyüşlerde. Düşmenize neden olabilir ve düşme anında ellerinize ihtiyacınız olacaktır. Doğada güvenliğinize sıkı sıkıya tutunmalısınız.

Eksik ve Yanlış Malzeme Kullanımı:
Yanlış giyim, eksik malzeme, malzemenin yanlış kullanımı yürüyüşçünün hastalanmasına, zor durumda kalmasına ve kaza geçirmesine neden olabilir. Yürüyüşe çıkacakların ilk öncelikle öğrenmesi gereken şeylerden biri de malzeme bilgisidir. Doğa hakkında hiçbir bilgisi olmayan biri bile doğru ve yeterli malzemelerle birçok şeyi yapmayı öğrenmek zorunda kalacaktır.

Rehberi, Lideri Dinlememe:
Doğa yürüyüşleri tüm katılımcıların güvenliği için disiplin gerektirir. Rehberi dinlememe fevri ve düşüncesiz davranışlardır. Kıskançlıktan tutun, yönetime veya direktife gelememeye kadar birçok duygu yüzünden sadece kendisini değil grubu da zor ve tehlikeli durumlara düşürebilen insanlar vardır. Böyle bir durumda bölgeyi iyi bilen, gerekli bilgi ve malzeme donanımına sahip olan rehbere grup olarak daha fazla yardımcı olmak, başına buyruk şahsı söndürmek için grup bütünlüğünü göstermek gerekir. Zaten kimse oyunbozan bir insana tahammül etmeyecektir.

Aceleci davranmak, yürüyüş süresini bozmak, rota değiştirmek, tehlikeli hareketler yapmak gibi birçok durum daha ekleyebiliriz.

Bu tür durumlarda grup disiplinin sağlanmasında rehbere yardımcı olmanız gerekmektedir.

Yürüyüş disiplini :
Tüm Yürüyüşlerde yürüyüşçü önündeki ve arkasındakinden sorumludur. Yürüyüş sırasında sık sık öndeki ve arkasındakini kontrol etmeli göz teması zincirini koparmamalıdır.
Yürüyüş zincirindeki kopmalar kaybolmalara ve zaman kayıplarına neden olmaktadır. Ayrıca doğada oluşabilecek kazalarda saniyelerin önemi vardır. Bazen birkaç saniye hayat kurtarabilir. Bu nedenle hiç kimsenin başına buyruk yürüme lüksü yoktur.

Yürüyüşlerimize bu kurallara uyacak arkadaşların katılmasını rica ediyoruz.

Saygılarımızla.

(Yazıda kullanılan bazı bilgiler anonimdir. )

Tags, , , ,