Kaz Dağları

Bu sayfamızda Kazdağlarına yaptığımız kendi gezimizi yazmakla birlikte, Kazdağları Milli Parkı, Sarıkız Efsanesi, Hasan Boğuldu Şelalesi ve Göletinin dramatik hikayesi, Tahtakuşlar, Adatepe, Zeus Altarı, Assos, Kadırga Koyu hakkında genel bilgilere de yazımız arasında bolca yer vermeye çalıştım.

İstanbul’dan 24 kişiyle birlikte İstanbul Doğa organizasyonunda hafta sonu kaçamağı yaptık, 13 Temmuz 2018 Cuma günü gece yarısı yola çıktık. İki günlük yoğun programımız bulunuyordu o yüzden gece yolculuğunu uzatarak otobüste uyumayı seçtik.

İlk olarak Susurluk’ta tost-ayran molası verdik. Susurluk tostu ve ayranını güzel yapan yerler asında otoyol üzerindeki yerler değil, birkaç ara sokağa girmek sizi, ayranı ve tostu çok güzel yapan yerlere çıkarabilir ancak geceyarısı, hatta sabaha karşı burada oluyorsanız elinizde pek alternatif bulunmuyor, biz de çaresiz Yasa’da durduk ve tost-ayran ikilisinden sonra yolumuza devam ettik.Daha makul saatlerde Susurluk’taysanız Düzdağ Tostu önerebilirim, burası Yasa’nın hemen arka sokağında.

Yine yola dair bir öneri vermek gerekirse, durmayı planladığım ancak durmadığımız bir yer olarak İvrindi ayrımını geçtikten hemen sonra Saklı Göl (hiç de saklı değil, yoldaki onlarca tabelası olmasa bile dikkatli gözler görür), burada da güneşin doğuşu izlenebilir, çünkü durduğunuz yerden baktığınızda gölün hemen arkasındaki tepeden doğuyor. Biz burada uyuyan arkadaşlarımızın sayısının çok olması nedeniyle durmadan devam ettik.

Kazdağlarına Varış ve Otele Yerleşme

Sabah saat 07:30 da Çamlıbel Köyü’nde bulunan Albatross Dağ Evleri Butik Otelimize vardır. Otelin kendi sitesindeki söylem hakkını verircesine cennetten bir köşeydi adeta. (+90 266 3873834) Otele varır varmaz, 9 arkadaşımız bungalovlarına yerleşirken ben dahil 16 arkadaşımız ise taraça şeklinde düzenlenmiş bahçede zeytin ağaçlarının arasına çadırlarımızı kurduk. Neredeyse hepsi özel olarak otelin bahçesinde yetiştirilen doğal ürünlerden ve aşçının özel olarak hazırladığı hamur işlerinden oluşan kahvaltımızı yaptıktan sonra saat daha 10:00 olmadan güne başladık.

Gün içinde Kazdağlarında olacağımız ve öğle yemeği yiyecek bir yerimizin olmaması nedeniyle otelden tekrar anayola indiğimizde Migros’tan atıştırmalık alışverişimizi yaptık ancak burada 25 kişinin birden markete girmesi üzerine tabi kasada uzun zaman kaybettik.

Kaz Dağları Milli Parkı

Kazdağları’nın eski adı İda Dağı, kelime anlamı olarak kesin bir anlamı bilinmemekteymiş, ancak ağaç, orman anlamlarına geldiği sanılıyor.

Biz Kazdağları Milli Parkına Zeytinli girişinden girmek üzere, alan klavuzu İsmail İrgörücü (0 532 491 67 33) ile 11:00 da buluştuk. Kazdağları Milli Parkına girmek istiyorsanız alan klavuzu alma zorunluluğu bulunuyor (son bir yıldır bireysel girişte aranmıyor olması büyük bir hata). Milli parka araç giriş ve alan klavuzu 2018 yılı ücretleri için yandaki gibidir.

Kazdağları aynı zamanda 4 farklı mevsimin yaşandığı, çok farklı iklimlerin bir arada bulunduğu bir dağ sırası, denizden itibaren hemen yükseldiği dikkate alındığında, kuş uçuşu 11-12 km içinde 1700 rakıma ulaşıyorsunuz, yani sahilde denize girerken hemen 10 km kuzeyde (diğer etkiler de dikkate alındığında) sıcaklığın 12-15 derece daha düşük olduğunu düşünürseniz üşüyen ve kazak, hırka giyen insanların olması muhtemel.

Ayı, kurt, çakal başta olmak üzere türlü canlıya ev sahipliği yapan dağdaki vahşi yaşam 1993 yılına kadar hızlı bir şekilde yok edilmiş, 1993 yılında ise Milli Park statüsü verilmiş. Milli Park dağın yarısını oluştursa da, bu tarihten sonra vahşi yaşamın tekrar hareketlendiği gözlemlenmiş.

Kazdağları Milli Parkı 21.450 hektar, yani yaklaşık 30 bin futbol sahası büyüklüğünde, Maltepe dolgu alanının ise yaklaşık 180 katı. Büyük bir alan görünse de içinde onlarca farklı hayvan türünün, 120 farklı kuş türünün, 800’den fazla bitki türünün yaşadığını düşündüğümüzde çok da büyük olmadığı ortaya çıkıyor. (Bitki türlerinin 32’si sadece ve sadece Kazdağlarında bulunuyor yani endemik tür). Yani Milli Park milyonlarca canlıya ev sahipliği yapıyor.
Mitoloji ve Efsaneler

Paris’in Seçimi

Kazdağları tarihin ilk güzellik yarışmasının yapıldığı yer olarak anılıyor, efsaneye göre, Peleus ile Tetis’in düğün törenlerine Nifak tanrısı Eris altın bir elma gönderir. “En güzele” yazmaktadır elmanın üstünde.

Zeus bu elmayı çoban Paris’e gönderir. Bu kararı ölümlü birisi versin der, çünkü bu kararı Zeus verir ise, tanrıların verdiği karar da ölümsüzleşecektir. Adı geçen üç güzel, Afrodit, Athena ve Zeus’un kendi karısı Hera’dır.

Altın elmaya sahip olmak için Hera “Bu elmayı bana verirsen seni Asya kralı yaparım.”  Athena “Bu elmayı bana verirsen sana sonsuz akıl bilgi ve kehanet gücü bahşederim.” Afrodit ise “Bu elmayı bana verirsen; sana Spartalı Helen’nin aşkını bağışlarım.” der. Helen güzelliği tüm dünyada dillerde dolaşan bir kadındır.

Sonuçta Ispartalı Helen’in aşkını tercih eden Çoban Paris elmayı Afrodit’e verir ve Afrodit; Aşk ve Güzellik Tanrıçası sıfatını kazanır. Daha sonra Ispartalı Helen’i geri getirmek isteyen Akalar, Troia (Truva) ya saldırır ve Truva Savaşları başlar.

Hikayeye ulaşmak için tıklayınız.

Zirve Yolculuğu

Zeytinli sonrası başlayan zirve yolculuğumuzun yaklaşık 30 km ve 1-1,5 saat süreceğini hesapladık, zira aracın büyük olması, yolların (iyi ki) bozuk olması yolculuğun uzun sürmesine sebep oluyor. Zirveye çıkacaklara ilk tavsiyem arada mola verip orman havasını soluması ve yükseklikten kaynaklanabilecek başağrısı, baş dönmesi gibi durumların önüne geçmesi. unun için ilk olarak önerebileceğim yer yayla mevkii, burası 800 metre rakımda, biraz orman havası soluyup, Park sınırları içinde tek kamp kurulabilecek alan olan yeri yürüyebilirsiniz, kısa bir yürüyüş bile güzel olacaktır, konum için tıklayınız.

Bu bölgede su kaynağı kurumak üzereydi, açık alan olması, manzarasının olmaması, tehdide açık olması nedenleriyle bence kamp için güzel bir yer değil, ayrıca belirtmek gerekir ki kamp yapmak ayrıca ücretlendiriliyor.

Tekrar aracımıza binerek durmaksızın Sarıkız’a çıktık, zirvede hala Türkmenlerin kurduğu ve kullandığı ocaklar duruyor hatta her yıl Ağustos ayında burada çadırlar kurulup, etkinlikler de yapılıyor. Türkmenler yani Tahtacılarla ilgili bilgileri 2. gün gezimiz olan Tahtakuşlar Köyü bölümünde anlatacağım.

Sarıkız mevkiine Sarıkız Avlusuna vardıktan sonra arabalarımızdan iniyoruz, hava artık soğuk ve arkadaşlarımız aşağıya göre giyinmiş olduklarından üşüyerek alan klavuzumuz İsmail Bey’i dinledik, İsmail Bey bize Sarıkız Efsanesi anlattı ve bundan sonrasına arabalar gidebilse de biz yaklaşı 2 km yürümeyi tercih ettik. Rüzgar soğuk ve hızlı olduğu için tepeye giden yolda yüzümüzün bir tarafını buz kesti adeta ve yol boyu kulağımızda bir uğultu bıraktı. Buraya çıkacaklar için Temmuz Ağustos ayları için bile mutlaka yanına hırka almasını tavsiye ediyorum.

Sarıkız Zirve 1726 metre yükseklikte, arabadan indikten sonra izlediğimiz rota linki için tıklayınız.

Sarıkız Efsanesi :

Birden fazla rivayeti bulunmakla birlikte en bilineni şu şekildedir. Eski zamanlarda Kazdağları’nın eteğindeki Güre köyünde çok güzel bir kız yaşıyormuş. Bu güzel kız köyün tüm delikanlılarının gözdesiymiş ve hepsi onunla evlenmek isterlermiş. Kız hiçbirisine varmamış ve babası hacdan döndükten sonra köyün delikanlılarıkıza iftira etmişler. Köylüler de bunu duyunca babasına baskı yaparak “ Kızın kötü yola saptı. Ya onu öldürürsün ya da buralardan çekip gidersin” demişler.

Ne yapacağını bilemeyen baba kızını öldürmeye kıyamaz. Köylülerin baskısından kurtulmak ve onların yüzüne bakabilmek için kızını gözlerden uzak tutmak için Kazdağı’nın zirvesine ulaşan baba, herkesten gizli yaşayabilsin diye kazlarla birlikte onu dağda bırakmış.

Dağda kendine bir düzen kuran Sarıkız, kazları gütmeye başlamış ve hayatta kalmış. Burada kaldığı sürede yolunu kaybeden insanlara da yardımcı olmaktaymış. Bu durum bir süre sonra dağda “sarı bir kız” zorda kalanlara yardım ediyor şeklinde babasına kadar ulaşmış.

Kızının ölmediğini ve yaşadığını anlayan baba, Kazdağı’na kızının yanına gitmiş. Sarıkız, babasını görünce çok sevinmiş ve ona ikramda bulunmuş. Babası yemek yerken su istemiş kızından, o anda Sarıkız elini binlerce metre uzaktaki Güre çayına uzatarak su almış ve babasına ikram etmiş. Babası kızının bu halinden, onun bir ermiş olduğuna kanaat getirmiş ve çok mutlu olmuş. Bugün kabrinin bulunduğu yere Sarıkız tepesi denmiştir. Babasının bulunduğu yerin de Babatepe olarak adlandırdığı rivayet edilir ve bu tepe de hemen Sarıkız Tepesinini yakınında ve daha yüksektir.

Sarıkız Avlusuna döndükten sonra tekrar otobüsümüze bindik ve Tozlu Mevkiine doğru hareket ettik.

Bu bölgenin özelliği ise endemik bir tür olan yani sadece Kazdağlarında görülen Kazdağı Göknarını görmek için buradan yürümeye başlamak gerekli. 2,5 km yürüyüşten sonra göknar seyir noktasına ulaşıyorsunuz, biz buradan geri döndük, izlediğimiz rota için tıklayınız.

Bu yürüyüş aslında bu şekilde planlanmıştı ancak denize girmek için zamanımız kalsın istiyorduk, bu nedenle kısalttık, yüzmeye zaman ayırdığıma pişman değilim ancak bu yolu yürümediğime pişman bir şekilde zirve yolculuklarımızı tamamladık ve tekrar aşağıya doğru 1 saat süren yolculuğumuz başladı.

1 saat sonunda ise İsmail Bey ile yollarımızı ayırdık ve Hasan Boğuldu Şelalesi ve Gölüne gittik, ancak burası tam bir hayal kırıklığı oldu, zira sosyal medyada ünlü olması, şehre yakın olması, hikayesi, kötü işletmesi nedeniyle, dumanaltı olmuş, kötü bir piknik alanına dönüşmüştü.

Yine de Hasan ile Emine’nin hikayesini anlatmadan, yaşamadan, gölet sularına ayaklarımızı koymadan gelmedik…

Saat 19:00 da sahilde olabildik ve güneş batmaya yakın ancak denize girebildik, deniz çok temiz olmasa da tüm yorgunluğumuzu aldı, en azından benim için öyle oldu.

Sabah kahvaltıda olduğu gibi akşam yemeğinde de kızım Lorin tüm gruba eşlik etti, 4 yaşına girmek üzere olan kızımla ilk kampımı yani çadır deneyimimi geçen hafta baba kız yaşamıştık, bu hafta ise çadırda uyumasa da ateşe ve sohbete eşlik etmek istedi.

Bir kampın olmazsa olmazıdır ateş, akşam yemeğimizi otelde yedikten sonra taraçaların en alt kısmında bizim için hazırlanan yerde arkadaşlarımız kamp ateşini yaktılar, dediğim gibi kamp ateşsiz olmaz, ateş başında şarkılar, türküler dinledikten sonra herkes yorgunluktan yavaş yavaş odalarına ve çadırlarına çekilmeye başladı, bu arada saat 03:00 olmuştu.

2. gün de hızlı ve tempolu geçeceği için kalan arkadaşlar da uyumaya karar verdiler.

Hasan Boğuldu Hikayesi 

Bu hikayeyi Youtube üzerinden Tuncel Kurtiz sesinden dinlemek için tıklayınız

Dağın aşağısındaki ovada (Edremit) köylüler ürünlerini pazara getirip satar, ihtiyaçlarını alıp köye dönerlermiş, Zeytinli köyünden delikanlı Hasan da baba mesleği bahçıvanlığı devam ettirip, yetiştirdiği sebze ve meyveleri, pazarda satarmış.  Bir gün pazarın kalabalığında bir kız görmüş, giysilerinden obalı olduğunu anlamış, hayallere daldığında birden kızın sesini duymuş, Hasan şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmış. Hasan kızın istediklerini verdikten sonra, adını sormuş ve adının Emine olduğunu ve Zeytinlinin üstündeki obalarda oturduklarını öğrenmiş.

Her Çarşamba Emine peynirin ,sütün ,yoğurdun,balın en iyisini, Hasan’a getiriyor, Hasan da sebzenin en iyisini ona verip, pazardan, Zeytinliye kadar beraber dönüyorlarmış ancak Emine obaya varabilmek için üç sat daha yürüyormuş. Emine ile Hasan birbirlerini sevmişler ve evlenmeye karar vermişler. Fakat Emine’nin ailesi, ovalının obada yaşayamayacağını söyleyerek karşı çıkmışlar. Emine ısrar edince, Hasan’ın kırk okka (altmış kilo) tuzu sırtında obaya çıkarabilirse yiğitliğini göstereceğini ve herkesin onu damat olarak kabul edeceğini söylemişler.

Başka yapacak bir şey olmadığını anlayan Hasan, sevdiğine kavuşmak için tuz çuvalını sırtına alır ve yola düşer ancak daha şimdiki Sütüven şelalesine vardıklarında, Hasan artık yorulmuştu, tuz sırtını yakmaya başlamıştı, daha geldikleri kadar yol vardı. Gökbüvete vardıklarında gücü tükenen Hasan, yere düşmüş. Emine, Hasanı yüreklendirmeye çalışarak gelecek iyi günleri anlatmış, fakat Hasan kalkamaz. Emine’ye buralardan kaçmayı, başka yerlerde yaşamayı teklif eder. Emine obasına söz vermiştir. Kendisinin bile rahatlıkla taşıdığı çuvalı taşıyamayan kişiyi obaya nasıl götüremez hisseder. Hasan’ın yalvarmalarına rağmen obanın yolunu tutar. Ancak obaya vardığında pişman olur. Geri dönmek ister ancak fırtına çıkmış ve ailesi izin vermemiştir.

Emine sabahı zor eder, ilk ışıklarla, Gökbüvet’e koşar fakat Hasan’ı bulamaz, Zeytinliye annesine gider, bulamaz, Edremit’e koşar ancak Hasan’ı kimseler görmemiştir. Hasan’ın sesi kulaklarında çınlayan Emine, mecnun gibi, dere boyunca onu arar durur. Günler sonra Gökbüvet’te, Hasan’ın gömleğini ve ona verdiği çevreyi bulur. Sana kavuşmaya geliyorum Hasan’ım diyerek kendini Gökbüvet’in başındaki çınara asar. O günden sonra Gökbüvetin adı Hasanboğuldu, Gökbüvet’e bakan çınara da Emine Çınarı denmektedir.

Şelalenin adı konusunda yanlış bilinen bir durumu da düzeltmek gerekli aslında, buraların adları Hasan Boğuldu Göleti ve Sutüven (Sudüşen) Şelalesi.

Hikayeyi Sabahattin Ali’nin Yeni Dünya adlı kitabının son hikayesi olan Hasanboğuldu ve Orhan Aksoy’un yönettiği Hasan Boğuldu filmlerinden hatırlayanlar vardır.

Mehmet Çiçek
İstanbul Doğa Sporları Spor Kulübü
İktisadi İşletmesi
Rasimpaşa Mah., Uzun Hafız Sk. No:70, 34716 Kadıköy/İstanbulbr> Telefon: 0 212 963 04 79